'Ya Fettah’ yazılı bir kapı tokmağı;
Bir binanın girişindeki kapıda, -başka manalarının yanında- muhtemelen ‘yardım kapıları açan’ manasında düşünülerek dökülmüş pirinçten…
Bir sokak lambasının eski kartpostallarda kalmış fotoğrafı;
Şehre verilen değerin mütevazı bir göstergesi olduğunu ‘paha’sıyla ve tasarımıyla vurguluyor.
Bir başka fotoğraf, ‘kuş sarayı’…
Bir caminin, medresenin, aşevinin, kamu binasının köşesine eklenmiş, binanın mimari çizgisini taçlandıracak kadar özenli…
Bir ‘sadaka taşı’;
Mahalle arasında bir çeşme başında veya cami avlusunda, kimseye göstermeden para konulan; kimseye görünmeden ve ihtiyacından fazlasının bir başkası için yerinde bırakıldığı ‘sosyal yardım sandığı’…
Bir ‘hamal taşı’;
Hayatını başkalarının yükünü omuzlamakla kazananların dinlenebilmeleri için, yük taşıma güzergahlarının ‘yorgunluk’ alarmı veren noktaları düşünülerek konulmuş…
Bir sokak tabelası;
Üzerinde, sokağa adını verecek kadar insanların hayatında yer etmiş hikayeleri anlatan…
Bir merdiven;
Çıkanlar kadar inenleri, ikişer atlanabilecek kadar gençler, ağır ağır çıkacak kadar yaşlılar düşünülerek basamakları hesaplanmış…
Bir pencere;
Küçük bir cumba ile sokağa uzanmış, sadece karşı komşuyu değil, gelen geçeni görmeye ve selamlamaya da imkan sağlamış…
Uzatabilirsiniz…
Meydanlar, kaldırımlar, bina yükseklikleri gibi, çok daha fazla ‘veri’ içeren, hakkında çok daha fazla konuşulabilecek, çok daha fazla ‘medeni’ ölçü tevarüs edilebilecek birçok ‘şey’ var şehirlerde, şehirlerimizde.
‘Belediyecilik’diye bildiğimiz alanda övgüye değer neler var?
Sanırım olanları da konuşmaya mecal yok.
Zira ‘olmayanlar’ ve ‘artık kalmayanlar’ o kadar fazla ki…
Bir yarışma programında soru olarak sorulmuş, yanlış hatırlamıyorsam doğru cevap da verilememiş ya da güçlükle verilmişti.
Yazarken zaman ayırıp bakmadım.
Önemli olan bu değil.
Cevap ‘Antakya’ydı.
Ama dünyanın ilk aydınlatılmış caddesinin bulunduğu Türkiye’de sokak aydınlatmasının ne anlama geldiğini kaç belediye, kaç şehircilik uzmanı, kaç iktidar hakkıyla biliyor?
Aydınlatmanın sadece ‘güvenlik’ için olmadığını, sokak lambalarının orada yaşayan insanlara, sokağa, şehre, ülkeye verilen değeri de gösterecek malzeme ve tasarımla yapılması gerektiğini mesela?
Sokağa adını veren ‘hikayeyi’ hangi sokak tabelasının altında bir ‘yazıt’ olarak görebiliyorsunuz?
Ya da sokağa verilecek kadar değerli görülen birinin adını, sırf standart yapılan tabelaya sığmadı diye ‘tireli’ olarak iki satırda yazma kepazeliğine ne diyorsunuz?
(Beyoğlu Arap Camii Mahallesi’ndeki ‘Teğmen Hüseyin Sofu sokağı’ gibi. Google’dan arayabilirsiniz.)
Mimariyi sadece ‘bina’dan; onu da ‘yüksek’ten, ‘duvar’dan, ‘balkon’dan, ‘metrekare’den, ‘bilmemkaç artı bilmemkaç’tan ibaret gören bir anlayış bizzat ‘mimari’ye hakaret değil mi?
Merdivenlerin sadece yokuş çıkmaya yarayan basamaklar, meydanların sadece ‘boşluk’ olarak değil, birer ‘tasarım alanı’ olarak görülmesini beklemek fazla mı?
Sokaklar hikayelerini yaşatmadığında ya da bir hikayeye dayanan sokaklar inşa edilmediğinde kimliksiz şehirler ve kimliksiz şehirliler ortaya çıkıyor.
Tek bir kaldırım taşının, kanalizasyon kapağının, sokak tabelasının, aydınlatma direğinin, kapı tokmağının, pencere tasarımının ‘selfie’ yapılacak ‘değer’ olduğunu mu söylemek gerek belediye başkanlarına?
‘Selfie’den, ‘turistik öğe’den daha anlamlı ‘değer’lerimiz yok mu?
İnsan hayatını kolaylaştıran dev tüneller, köprüler, geçitler, metrolar…
Hiç itirazım yok.
Hayatın kolaylaştırılmaya ihtiyacı var.
Ama ‘anlamlandırmaya’ da ihtiyacı var.
***
Ankara’da gündem kalmadı değil; aksine çoğumuz ‘aile ile vakit değerlendirme’yi (harcamayı değil) hatırlayınca bile kendimize şaşırıyoruz!
Ancak en azından bugünü, yani anayasa değişikliğinin TBMM’den geçtiği, siyasetin 7 Şubat’a kadar ‘mola’ verdiği süreden bir ‘nefes’ payı almak istedim.
Bu ilhamı veren ‘sosyal medya’ paylaşımcılarına teşekkür ederim.