Beşiktaş, bildik meziyetlerini sunmada cömert değildi. Trabzon, daha etkili demeyelim ama; daha organize oynuyordu. Nwakaeme’nin (Kaleye arkası dönük şekilde) topuk pasıyla Yusuf’u pozisyona sokuşu, teknik ve estetiğin buluştuğu nadir anlardandı. Devrenin bitmesine yakın dönemde; Güven’den gelen pasla, Burak’ın markajdayken dönerek vurduğu şut, (Gol olacak derken) Uğurcan’ın ayağına çarpıp yön değiştirdi. Bu sırada yürekler hop etti.
Bu kritik iki pozisyona rağmen, maçın ilk yarısı; Trabzon-Beşiktaş gibi dev bir maçtan beklenen heyecan dozajını, pek servise sokamadı. Trabzon rakibine oranla daha akışkan, Beşiktaş ise daha tutuktu.
***
Trabzon’un kalesinde genç Uğurcan, haklı yükselişinin rastlantılara asla dayanmadığı gerçeğini vurgulayan bir maç çıkarıyordu. Kritik anlarda, başrol ondaydı.
Beşiktaş sakin ya da soğukkanlı oynuyordu diyemeyeceğim. Gamsız oynuyordu. Trabzon’un akışkan futbolunun, an geldiğinde sonuç alacağını hesaplayamadı. Ama Novak’tan gol gelince, hemen vites yükseltti. Maç kıvama geldi. Açıkça söylemek gerekirse, Karius gol yemişti ama; yenilmesi muhtemel başka golleri de kurtarmadı değil.
***
Kagawa’nın da lojistik desteği ile yüklenmeye başlayan Beşiktaş, Trabzonspor’un skoru koruma içgüdüsünden de yararlanarak; bayağı etkili olmaya başladı. Beraberlik golü de Japon futbolcudan geldi... Eğer Karius’un geçmiş kurtarışları olmasa, bu golün beraberlik golü olma ihtimali yoktu. Yediği ikinci gol ise...Ondan çok daha kaliteli bir kalecinin bile rahatlıkla yiyeceği bir goldü.. Yusuf, uçsa da kalecinin erişemeyeceği yere topu göndrerdi. Karius ne yapsın?
Mazereti başka yerde arayın.