Geçen hafta Karaköy’de ve Beşiktaş’ta iki ayrı kadın, sokakta yürüyen başka kadınlara -durup dururken “fiilen” saldırdı. Sebep, başörtülü olmalarıydı. Yine geçen hafta “merkez parti” iddiasındaki bir siyasi partide görevli sapkın bir kişi AK Parti’ye, partililere ve oy verenlerin annelerine, eşlerine, kızlarına en ağır ifadelerle küfretti.
Bu kişilerin ortak özelliği kendilerini Kemalist, Cumhuriyetçi, laikçi, ilerici vesaire olarak tanımlamaları ve kendileri gibi giyinmeyen, düşünmeyen insanlara saldırma hakkını kendilerinde görmeleri.
Hastalıklı bir kafaya sahip olanların işlediği suç nefret suçudur, anayasanın koruma altına aldığı temel haklara saldırı niteliğindedir. İçişleri Bakanlığı saldırganlarla ilgili yasal süreci başlattı. Lakin olayın kamuoyunda başka bir hesaplaşmaya payanda edilmesi, karşılaştığımız durumun on yıllardır süren hastalıklı zihniyetten beslendiğini gösteriyor.
***
Münferit denilen olaylar esasen hiç bitmedi. Sadece yakın zamanda yaşanan olayların içerikleri ve motivasyonları bile aynı yere işaret ediyor. Yerel seçimler yaklaşırken Mine Kırıkkanat, Yılmaz Özdil, Müjdat Gezen, Uğur Dündar gibi fosilleşmiş Kemalizm tüccarları -CHP-HDP ittifakına güvenerek “mağdur etmek neymiş yakında göstereceğiz” diyordu.
İmamoğlu’nun imaj çalışması için durduk yere eşine yaptırılan o “Semiha Yıldırım’a dokunmayın, ona bakınca ablamı görüyorum” açıklamasının yanlış zihniyete itirazdan çok faydalanmaya yönelik bir PR çalışması olduğuna şimdi daha çok kanaat ediyorum. Zira 29 Ekim vesilesiyle “işte gerçek cumhuriyet kadını” diye kıyafetini ululayan sapkınlara “ayıp yahu, ben ülkemin kadınlarına bakınca Cumhuriyetin özgürlükçü ve çoğulcu çeşitliliğini görüyorum” falan demesi beklenirdi.
Aynı günlerde metroda kıyafetinden dolayı dindar bir vatandaşımızı izinsiz video çekimi ve 10. Yıl Marşı ile taciz ettiler. Asansöre binerken, yolda yürürken, restoranda yemek yerken gibi pek çok vakada ve her mekanda başörtülü kadınlar kıyafetlerinden dolayı taciz edildi, saldırıya uğradı.
28 Şubatta başörtülü bir öğrencinin ağzını kapatıp “kes sesini, konuşmaya hakkın yok senin” diyerek tartaklayan zorbadan beridir aynı saldırganlık sürüyor. Kamuoyuna yansımayan o kadar çok vaka var ki, ağırlaşan hava nedeniyle benzer bir saldırıya maruz kalmaktan tedirgin olanların sayısı sanıldığından daha fazla.
***
Asıl ürkütücü olan ise bu saldırganlığı üreten ekosisteme nefes üfleyen ucuz şarlatanların saldırıya uğrayan toplumsal kesimi suçlaması ve “birkaç akıl hastası yüzünden toplumu kutuplaştırıyorlar” diyebilmesi.
Bu kişiler muhafazakar kesimden biri saldırıya uğrasa olaylara “tekil”, saldırganlara “akıl hastası” diyerek indirgiyor, azımsıyor, küçültüyor. Seküler hayat tarzını benimseyen vatandaşlara yönelik bir saldırı olduğunda ise sanki çok yaygınmış, toplumsal ve siyasal desteği varmış gibi aktarmak için uğraşmakta. Ki görebildiğim kadarıyla muhafazakar çevrelerin hemen tamamı bu olayları kesim gözetmeksizin kınıyor, lanetliyor, mağdura arka çıkıyor.
Sapkın olan, yaygın olmayan sahte şeyhlere dair, zaten yargıya intikal eden dosyaları yayınlayarak sanki bu rezillik toplumun dindar-muhafazakar kesiminde çok yaygınmış, bilhassa itibar görüyormuş gibi bir algı yaratan kişi mesela. Yaptığı -alanın uzmanlarının ifadesiyle- “yalan yanlış bilgilerle kitap yayınlayıp” şahsi gelir ve kariyer elde etmekten ibaret olsa ihmal edilebilir. Fakat bu kişiler yandaşı oldukları partiler, parçası oldukları siyasi-ideolojik çevreler, yazıp çizdikleri eklektik yandaş medya üzerinden yarattıkları ekosistemde toplumun bir kesimini mütemadiyen sağıyor ama sağaltılmalarına fırsat vermiyorlar.
O yüzden bu hastalıklı zihniyet kendini tekrar edip duruyor. Emin Çölaşan, Mine Kırıkkanat nesli fosilleşirken onların yerini İsmail Saymaz, Nevşin Mengü gibi isimler alıyor ve fanustaki marazi hal öylece sürüp gidiyor.