Her yıl 27 Mayıs’ın yıldönümü turnusol kâğıdı gibi bir işlev görüyor. Darbeciler, darbe severler, darbe goygoycuları, vesayet özlemcileri bir bir ortalığa dökülüyor.
Siyasetçilere olan kin ve nefretlerinin nasıl bir darbecilik hastalığı ürettiğini, nasıl bir vesayetçilik canavarı doğurduğunu daha iyi görüyoruz.
27 Mayıs’larda kimlerin ne tepki verdiğini görmek, demokrasimizin geleceği açısından çok önemli. Türk siyasi tarihini ve demokrasinin serencamını anlamak için de bu tepkileri masaya yatırmakta fayda var.
Darbeci bir anlayışın demokrasiye de, siyasete de, sivilliğe de, hukuka da, hak ve özgürlüklere de inanması beklenemez.
Darbecilik siyasetin tüm erdemlerini ve iyi olan ne varsa hepsini ayaklar altına alan bir büyük beladır.
Darbecilik, darbe seviciliği veya darbe şakşakçılığı yapan bir insanın demokrasinin hiçbir erdemine inanıyor olması mümkün değildir.
27 Mayıs İhtilali, Türkiye’nin yarım yüzyılını heba eden, ülkemize çok büyük bedeller ödeten darbelerin anasıdır, darbe süreçlerinin miladıdır.
Bu ‘büyük kötülük’ öncesindeki hiçbir olayla izah edilemez, normal gösterilemez, meşrulaştırılamaz.
27 Mayıs’la Türkiye’de küresel güçlerin esaretini esas alan bir vesayet sistemi kurulmuştur. Türk milletine ve devletine adeta görünmez bir el tarafından pranga vurulmak istenmiştir.
Hamdolsun bu darbe süreçleri 15 Temmuz’da milletin çıplak elle tanklara meydan okumasıyla ve vurulmak istenen prangayı söküp atmasıyla son bulmuştur.
27 Mayıs’ın yıldönümünde bir kesim var ki çok pervasız ve yüzsüz bir şekilde darbecileri kucaklamaya, sivil siyasetçileri karalamaya devam ediyor.
Neymiş efendim, “Menderes, Türkiye’yi darbelerin ve büyük çalkantıların içine sokmuş”...
Neymiş efendim, “Menderes, sivil darbe yapmış”, “sivil dikta kurmuş”…
Neymiş efendim, “Yolunu sapıtan iktidarların uğrayacağı akıbet malummuş”…
Neymiş efendim, “İktidar şımarmış, sapıtmış, yoldan çıkmış”…
Cumhuriyet ve Sözcü gazetelerinin kimi yazarları Menderes’i yerden yere vururken; demokrasiyi, sivil siyaseti ve sivil siyasetçileri katleden darbecilerin avukatlığını yapıyorlar.
Peki, gerçekten demokrasiye, hak ve özgürlüklere, sivil siyasete zerre kadar inanan bir insan böyle çarpık bir zihniyeti savunabilir mi?
Milletin seçtiği bir iktidar şımarırsa veya sapıtırsa bu sorunu çözmenin yolu nedir? Darbe yapmak ve demokrasiyi katletmek mi, yoksa hukuku ve sandığı işleterek demokrasiyi güçlendirmek mi?
İktidar kime göre, neye göre şımarmış veya sapıtmış sayılır?
Anayasa ve yasalara göre her türlü hukuksuzluğun karşılığı bellidir.
Hukuki sapıtmanın hesabını mahkemede yargı, siyasi sapıtmanın hesabını sandıkta millet sorar. Başka hiçbir kurumun böyle bir hakkı, yetkisi, görevi yoktur. Demokrasiyi ve hukuku katlederek devleti koruma anlayışının, kendisi başlı başına hastalıklı bir haldir ve devletin varlığı için başlı başına bir tehdittir.
Ayrıca bazı yazarlar da ‘idam sömürüsü’ yapıldığından dem vuruyorlar. Bu da ayrı bir çarpıklık… Gerçek olan bir şeyin sömürüsü yapılmaz. Milletin seçtiği bir başbakanı öldürmekten daha vahim bir şey var mıdır? Böyle bir alçaklığı eleştirmek yerine bunun sömürüsünden dem vurmak nasıl bir aymazlıktır?
Utanma duygusu aşınanların akıl ve mantık sınırlarında tutunması da zordur. Kin ve nefretle gözü kararanların hakikat diye bir arayışı olmayacağı gibi, gerçeklik diye de bir dertleri olmaz; kendi ürettikleri yalanlarla mutlu olmaya ve yalan bir dünyada yaşamaya devam ederler.
27 Mayıs’larda darbeciliği lanetlemek yerine bu anlayışı hortlatmak isteyen hortlakların ortalığa savrulması da demokrasiye inananların niçin teyakkuzda olması gerektiğini gözler önüne seriyor.