Polis değiliz, savcı değiliz, hâkim değiliz... Hüküm verecek halimiz yok.
Üzülebiliriz ama...
Üzüntümüzü dile getirecek yakıcı cümleler kurabiliriz.
Sadece bize değdiğinde aklımıza gelse de, “nerede kaldı basın özgürlüğü?” filan gibi sahtekârca laflar edebiliriz.
Dünyayı üzüntümüze ortak edecek girişimlerde bulunabiliriz; mağdur arkadaşlarımız için “şimdiden” birtakım “ödüller” ayarlayabiliriz.
Kemal Kılıçdaroğlu’na mikrofon uzatabiliriz.
Ki, bir yabancılaştırma efekti olarak araya girsin, hakikati karartacak açıklamalar yapsın.
Deniz Baykal’ın son dakika sövgülerinden medet umabiliriz.
Hasan Cemal’e, “Asıl darbe, Cumhuriyet’e yapılan operasyondur” şeklinde yazılar yazdırabiliriz.
Menderes anıştırması yapabiliriz...
İktidar sahiplerini “ip”le, “yağlı urgan”la, başlarına gelebilecek kötü şeylerle korkutabiliriz.
Böyle şeyler yapıyoruz.
Fakat asıl meseleyi konuşmuyoruz. Konuşmuyorlar.
Neden?
Evet, Cumhuriyet, ismini Atatürk’ün verdiği ve üstelik Cumhuriyet’le yaşıt bir gazetedir. Resmi ideolojinin birinciye gelen savunucularından biridir. Bu yönüyle, sembolleşmiş bir gazetedir. Bir masuniyetten geldiği düşünülmektedir. Öyle bir masuniyet ki, bugüne kadar demokrasi dışı tasarrufları yanına kâr kalmıştır. Resmi ideolojinin gölgesinde her türlü suçu işlemiştir, her türlü hukuk dışı tutumu meşru hak saymıştır. Resmî bağlılık dışında hiçbir bağlılığı öncelememiştir. İcabında Sovyetizme yatmıştır, icabında Nazizme dümen kırmıştır. Yeri gelmiş İsmet Paşa’ya küfretmiştir, yeri gelmiş Nazım’ın yüzüne tükürmüştür, yeri gelmiş “Baas” ideolojisinin bayraktarlığına soyunmuştur, yeri gelmiş darbe cuntalarıyla ittifaklar kurmuştur. Ama kaynağını bilemediğimiz o “masuniyeti” hep korumuştur.
Gazete, “Ergenekon” fırtınasından hafif yaralarla kurtulduktan sonra mihverini değiştirdi.
Daha doğrusu, mihverini kaybetti.
Bunu ben söylemiyorum.
Bunu, Cumhuriyet gazetesinin sembol isimlerinden Uğur Mumcu’nun ağabeyi Ceyhan Mumcu söylüyor. Yine Uğur Mumcu’dan boşalan sütuna konuşlandırılan Ergenekon mağduru Mustafa Balbay söylüyor. Ki, gazetesine (gazetesinin ilgisine) en çok muhtaç olduğu bir dönemde yazılarına son verildi. Balbay’la birlikte, bir bölük Cumhuriyet emektarı kapı dışarı edildi. Gönderilenlerden boşalan yere, bir dönem FETÖ’nün liberalleriyle kırıştırmış orta malı gazeteciler ve yazarlar dolduruldu.
Hikmet Çetinkaya’ya dokunulmadı, hayır.
FETÖ’nün “hizmet” ve “cemaat” diye anıldığı dönemlerde saplantı halinde peş peşe Gülen aleyhtarı kitaplar yazan Hikmet Çetinkaya bir sabah “hidayetle” uyandı, darbeye kalkışacak kadar gözünü karartmış FETÖ’nün terör örgütü sayılamayacağını söyledi. Bu sözler, Zaman gazetesinin manşetini süsledi.
FETÖ Cumhuriyet’i nasıl elde etti?
Hangi “aracıları” kullandı?
Bunları konuşmayacak mısınız?
Mustafa Balbay’ın, “Cumhuriyet’te FETÖ’cülükten Kürtçülüğe her şey serbest, CHP milletvekili olarak yazı yazmak yasak” sözleriyle ilgili ufak da olsa bir tecessüs geliştirmeyecek misiniz?
Kemal Kılıçdaroğlu, “Cumhuriyet’i FETÖ ve PKK’yla ilişkilendirmek şeref yoksunluğudur” buyuruyor.
Şeref yoksunluğunun ne olduğunu, elinde FETÖ tapesiyle dolaşan bu genel başkana hatırlatmayacak mısınız?
Bu gazetenin terör örgütlerine karşı neden boynu kıldan ince?
Sormayacak mısınız?
Can Dündar’ın FETÖ’cü polis ve savcılarla kurduğu sıkı dostluğun mahiyeti nedir?
Merak etmeyecek misiniz?
Başbakana “fiziki takip” uygulayan polisler, görevini savsaklayan ya da kötüye kullanan savcılar, “yasa dışı dinleme kararı” veren hâkimler, “himmet topluyoruz” bahanesiyle işadamlarına çöken maliyeciler, sınav sorularını çalan profesörler, sahte belgeye “sağlamdır” raporu veren Adli Tıp’çılar, kriptolu telefonların şifresini çözen TÜBİTAK’çılar neden bu gazetenin ilgi alanına girmedi, girmiyor?
Bir tek “kumpas” haberi yayınlamadılar... Bir tek dinleme skandalına yer vermediler... Pensilvanya’ya hicret ettiğini söyleyen sahtekârlarla ilgili herhangi bir merak geliştirmediler.
Üstelik, PKK ve DHKP-C eylemlerini hep hoşgörüyle karşıladılar. Savcı Kiraz’ı katledenlerden “kahraman” yarattılar.
Bunları konuşmayacak mısınız?
Bugün konuşmayacaksanız, ne zaman konuşacaksınız?