Sondan bir önceki Cumhurbaşkanlığı seçiminde, AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Cumhurbaşkanı adayımız, kardeşim Abdullah Gül” demişti.
Siyaset tarihinde görülmemiş bir jestti.
Kardeş Abdullah Gül’ün seçilmesi 367 garabetine ve bu garabete onay veren Anayasa Mahkemesi’ne takılınca, “lider” Erdoğan siyasi hayatının en riskli kararını aldı:
Erken seçim ve referandum...
Madem Cumhurbaşkanlığı meselesi Meclis’te hallolamıyordu, bu işe halk çözmeliydi...
Halk çözdü.
Referandumdan, ezici bir çoğunlukla, “Cumhurbaşkanını halk seçer” kararı çıktı. Genel seçimi de, yine ezici bir çoğunlukla AK Parti kazandı.
Bu arada (genel seçimden ve referandumdan önce) Abdullah Gül, “gördüğü lüzum üzerine adaylıktan çekildiğini” açıklamıştı.
Neden böyle bir şey yaptı?
Bir türlü bilinemedi.
Muhtemelen cihet-i askeriyeden ve bürokrasiden gelen ağır baskıların tazyiki altında, tepkileri yumuşatmak ve gerilimi düşürmek amacıyla böyle bir “tedbir”e yönelmişti.
Memleket seçime gidiyordu oysa... Referandumdan da muhtemelen darbecileri mağlubiyete uğratacak bir sonuç çıkacaktı ve bütün o 367 numaralarının altı boşalacaktı... Böyle acul bir “tedbir”e gerek var mıydı?
Bu da bir türlü bilinemedi.
Erdoğan’ın risk siyaseti sonuç verince, yani darbeciler ve numaracı bürokratlar sandığa gömülünce, gördüğü lüzum üzerine adaylıktan çekildiğini açıklayan Abdullah Gül, çıktı ve “Bir Cumhurbaşkanı seçilecekse, aday ben olmalıyım... Bu müktesep haktır” mealinde, arkadaşlarının elini kolunu bağlayan ve fena halde emrivaki kokan bir açıklama yaptı.
Sonunda adaylığı iade edildi ve Cumhurbaşkanı seçildi.
İstifa etmeseydi; bir diğer ifadeyle, dava arkadaşlarının risk siyasetine “seçilmesi engellenmiş Cumhurbaşkanı adayı” olarak iştirak etseydi (mücadelesini düz milletvekili olarak sürdürmeyi tercih etti, niyeyse), belki de o “müktesep hak” açıklamasını yapmak zorunda kalmayacaktı. Zaten AK Parti’nin Cumhurbaşkanı adayıydı.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, önceki gün, “Partimiz Cumhurbaşkanlığı seçiminde Sayın Erdoğan’ı destekleyecektir” dedi.
Bu açıklama, AK Parti siyasetiyle yan yana yürüyen, daha doğrusu yan yana yürüdüğünü söyleyen kimi isimler tarafından yoğun eleştiriye tabi tutuldu.
Neden mi?
Nedeni yok.
Eleştiriler, “Bahçeli’ye yönelikmiş” görünmekle birlikte, doğrudan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedef alıyordu. Yani Cumhurbaşkanı Erdoğan, MHP’nin desteğini almakla suçlanıyordu.
Bahçeli neden hep Erdoğan’ın yayındaymış?
Böyle bir suçlama olabilir mi oysa?
Siz neden Erdoğan’ın yayında değilsiniz ve “yanında olma” imtiyazını (çünkü bugüne kadar hep imtiyazlarla var oldular) neden başkalarına kaptırdınız?
Bir koalisyona kapağı atıp Erdoğan’ın Beştepe’ye hapsetmek istediğiniz, başkalarının tapulu arazisi üzerine “gecekondu” kondururken yakalı ele verdiğiniz, bunca darbe atlatmış bir ülkede hâlâ dış müdahaleye meşruiyet aradığınız için olabilir mi?
Hangi Cumhurbaşkanı adayı farklı siyasal kesimlerin desteğini istemez ve ayrıca bu neden “suç”, “ayıp” ya da “kabahat” olsun.
Dikkatinizi çekerim, eleştiriler ve suçlamalar, sair siyasal gruplardan değil, “AK Parti’li görünen” isimlerden geliyor. Hangi dertten muzdarip olduklarını ve niçin Erdoğan’a diş bilediklerini biliyorsunuz.
Erdoğan, “Cumhurbaşkanı adayımız kardeşim Abdullah Gül” demişti.
Peki siz? “Bizim adayımız da kardeşimiz Recep Tayyip Erdoğan’dır” diyebilecek misiniz?
Bahçeli’nin gösterdiği vefayı gösterebilecek misiniz?