Ergenekon ve Balyoz davalarının neticelenmesi üzerine FETÖ ve asker konulu değerlendirmeler yeniden canlandı. Bütün bu davalar ve sonuçları ‘kumpas’ etiketi üzerinden yorumlanıyor.
Kimi yazarlar FETÖ kumpaslarının TSK üzerine ne tür etkiler yaptığını analiz ederken, kimi siyasetçiler de ‘tamam asıl suçlu FETÖ idi ama siyasi iktidarın hiç mi suçu yok’ gibi değerlendirmeler yapıyorlar.
Bu konularda zamanında sesini yükseltmeyen ve ciddi bir sahiplenme içine girmeyen Kemal Kılıçdaroğlu bile AK Parti’de kimsenin gereken tavrı sergilemediğinden bahsediyor.
Oysa Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın İlker Başbuğ’un tutuklanması üzerine nasıl bir tepki gösterdiği hatırlarda.
Bugün sadece bu davalar değil, bütün FETÖ hainlikleri için kullanılan kelime ‘KUMPAS’…
Peki, bizim ‘milli orduya kumpas’ çıkışımız olmasaydı, bu kavramın bu kadar yaygınlık kazanması veya FETÖ’nün rezilliklerine karşı bir farkındalık oluşması mümkün müydü?
Zamanın ruhunu ifade eden bu kavram, toplumda çok büyük bir farkındalık meydana getirdi ve her şeyin akışını değiştirdi.
FETÖ, üniversite sınavına giren öğrenciden, siyasi iktidara, ordudan medyaya, işadamından cami cemaatine kadar her alandaki herkesi mağdur etti, çok büyük haksızlıklara-hukuksuzluklara imza attı. Neticede 15 Temmuz darbe girişimi ise ihanetin ve alçaklığın zirve noktası oldu.
AK Parti’nin başlangıçta bu davalara yönelik sergilediği tutum, tamamenilkeseldi. Hem Türk siyaseti onlarca yıldır darbeci/vesayetçi odakların müdahalelerinden bitap düşmüş durumdaydı, hem AK Parti iktidara geldiği andan itibaren bu çevrelerin salvolarıyla devrilmeye, kapatılmaya, etkisizleştirilmeye çalışılıyordu. Darbeci/vesayetçi anlayışla mücadele etmek de, hukuk önünde hesap sorulmasını savunmak da demokrasinin gereğiydi.
Gelinen noktada bir kısım davaların veya iddiaların hakikati yansıtmadığı anlaşılmış olabilir ama Türkiye’de on yılda bir yapılan darbeler son derece hakikattir.
FETÖ bu davalarda birçok insanı mağdur ettiği gibi, 15 Temmuz’da da birçok insanı şehit etmiştir. Bugün FETÖ’ye yönelik yürütülen kararlı mücadele tüm mağdurlar için verilen bir adalet mücadelesidir.
AK Parti’nin demokrasiye de hukuka da sahip çıktığı bu ilkesel duruş öncelikle doğru anlaşılmalıdır. FETÖ’nün kumpasları gün yüzüne çıktıkça siyasi iktidar da bu tehdit ve tehlikeye karşı milli güvenliğin gerektirdiği pozisyonu ortaya koymuş, kimse sesini çıkarmazken çok büyük riskler alarak tek başına büyük bir mücadele başlatmıştır.
FETÖ nasıl demokrasi ve hukuk için büyük bir tehlike ise her türlü darbeci/vesayetçi anlayış da demokrasi ve hukuk için o kadar büyük tehlikedir.
Türkiye’de 1960’da başlayan darbeler dönemi, demokratik siyaset üzerinde adı konulmamış bir vesayet düzeni kurmuştur.
FETÖ ile yaşanan hadise, sistemi kontrol etmeye çalışan bu vesayetçi yapı üzerinde gerçekleşen bir sen-ben kavgasıdır.
Küresel güçlerin (o dönemde ABD’nin) etkisi altında olan askeri cunta, kendisini ülkenin ve sistemin sahibi gibi görmüş veya konumlandırmaya çalışmıştır. Oysa oynadıkları rol, efendileri adına çiftliği kontrol eden ‘kâhya’ rolüdür.
Türkiye’yi belli bir eksende tutma adına ülkede üretilmek istenen bir sahiplik durumu…
FETÖ bu kâhyalığa soyunan, mevcut kâhyayı devirerek vesayet düzenini sürdürmeye çalışan bir örgüttür. Efendi aynıdır, amaç aynıdır, ihanet aynıdır.
Erdoğan vesayet odaklarına karşı demokrasi mücadelesi verirken kahyalar da hem vesayeti kaptırmamak için Erdoğan’a karşı, hem vesayetin temsilcisi olmak için birbirleriyle kavga ediyorlar. Yani Erdoğan iktidarı muktedir, siyaseti demokratik yaptıkça küresel odakların ve onların kuklalarının hedefi olmuştur.
Küresel güçler, belli bir ideolojik yapı yerine, din maskeli yeni bir ideolojik yapı üzerinden vesayet sistemini revize etmeye çalışmışlardır. Türkiye, adı-sanı-ideolojisi ne olursa olsun bu kahyalık sistemi yerine milli egemenliğe dayanan gerçek bir demokrasiye geçme iradesi ortaya koymuştur.
Kâhya hem çiftlikte işleri yapmakla görevli kimse anlamına gelir, hem de gerekmediği halde başkasının işine karışan kimse… Vesayetçi sistemin kâhyaları mümkünse iktidarları yönetmeye çalışmışlar, değilse darbeyle devirmeye kalkışmışlardır.
Küresel güçler adına vekaletten vesayete giden bu süreçler, R. Tayyip Erdoğan’ın büyük liderliği ve aziz milletimizin destansı mücadelesiyle sona erdirilmiştir.
S-400 tartışmaları bile bu egemenlik/teslimiyet çekişmesinin yeni bir tezahürüdür.
Artık şu gerçeğin kabul edilmesi gerekiyor: Sistemin tek sahibi var, o da millettir…