Bir hafta önce Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Washington Büyükelçisi Yusuf el-Uteybe'in sızdırılan e-postaları dolayısıyla İsrail yanlısı Demokrasiyi Savunma Vakfı (FDD) ile yakın ilişki içinde olduğunu, Sisi darbesini nasıl desteklediklerini, Türkiye ve Katar'a karşı yapıp ettiklerini konuşuyorduk.
BAE'nin Mısır darbesiyle eş zamanlı olarak Türkiye'deki GEZİ kalkışmasını ve devam eden süreçte Türkiye'ye karşıtı oluşumları fonladığı biliniyor. Bu kirli işleri, Yaser Arafat'ın ölümünden sorumlu tutulan Filistinli Muhammed Dahlan aracılığıyla becerdiği söyleniyor. Dahlan'ı biz, FETÖ'nün elebaşı Gülen'in röportaj verdiği Mısır'daki el Gad televizyonunun sahibi olarak tanıyoruz. Televizyonu tabii ki BAE finanse ediyor.
David Hearst'ün iddiasına göre 15 Temmuz darbe girişiminde de Dahlan'ın dahli var. Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zeyid el Nahyan, darbe girişiminden önce Dahlan aracılığıyla FETÖ'ya para aktarmış.
Kısacası son dört beş yıldır Ortadoğu'daki her pis işin arkasından bir şekilde bu ülke ve kullandığı adamlar çıkıyor.
Bir hafta önce ortaya dökülmeye başlayan kirli çamaşırları değil de Suudi Arabistan ve BAE'nin başını çektiği Katar'a ambargoyu ve muhtemel sonuçlarını konuşuyoruz şimdi.
Ambargonun sadece gündem değiştirmek amaçlı başlatıldığı anlamına gelmiyor bu zamanlama. Arap Baharı ile başlayan sürecin Suudi Arabistan'ın din ile temellendirilmiş resmi rejimi Vahabizm ve Körfez monarşileri açısından ne kadar derin bir rahatsızlık yarattığını gösteriyor aynı zamanda.
***
Konunun çok ayağı var. Henüz sıcağını konuşuyoruz, Katar'a askeri müdahalenin bile mevzu edildiği bir vasattayız. Konunun ateşi üstünde yani. Ancak şu tespiti her şekilde yapabiliriz; Arap Baharı akamete uğratılmış olabilir lakin buradan doğan siyasal enerji Körfez'i tedirgin etmeye devam ediyor.
İhvan'ın bütün yöneticileri tutuklanmış, mal varlıklarına el konulmuş olsa da bugün Arap sokağında ve İslam dünyasında Suudi Arabistan'ın ve İran'ın karşıt kutupları temsil ettiği Vahabizm ve Şiizm temelli teo-politik rejimler değil halkların yönetimlerde söz sahibi olmasını talep eden monarşi ve diktatörlük karşıtı İhvan'ın siyasi yaklaşımı daha makbul ve muteber görülmektedir.
Üstelik Türkiye şimdi her zamankinden çok daha güçlü bir model ülke konumundadır.
Bir taraftan taşeron terör örgütlerinin fili saldırına maruz kalmış, diğer taraftan Suriye ve Irak'taki iç savaştan ötürü ekonomik ve siyasi olarak yıpranmış, Batılı ülkelerce köşeye sıkıştırılmaya çalışılmış olmasına rağmen demokrasinin işlerliği ve Erdoğan liderliği sayesinde Türkiye bu süreci atlatabilmiştir. Bu zaman zarfında Batı ve demokrasi kavramları yan yana kullanılabilir olmaktan çıkmış; Batı'nın, Türkiye'yi demokrasi söylemiyle "terbiye" etmeye yeltenirken darbeleri ve darbecileri desteklediği aşikar olmuştur.
***
Müslüman dünyanın Suriye iç savaşında İran'a olan tepkisi gibi bugün de Suudi Arabistan yönetimine tepkisi söz konusu. Müslüman kanı aktıkça koltuklarını sağlamlaştıracaklarını zannediyorlar çünkü.
İran İslam Devriminin Müslüman dünyada uyandırdığı heyecandan artık eser yok. Nasıl ki Vahabizm Suudi Arabistan'ın din ile temellendirilmiş rejiminin adıdır, Şiilik de İran'ın nüfuz politikasının kullanışlı bir aparatıdır. Bu ikili, İslam dünyasında makul ve mutedil olanı değil aşırılık üreten zıt kutupları temsil etmektedir.
Gazze'ye uygulanan ölümcül ambargoya tavır koyamayıp İsrail'in güvenliği ve Katar'a ambargo için yan yana gelen ülke yönetimleri de zaten kendi halkları tarafından çoktan mahkum edilmiştir.
Bir ramazan günü Rabia Meydanı'nda yüzlerce Müslüman'ı katleden Sisi'yi değil de aşırılığa karşı fikirleriyle tanınan Dünya Müslüman Alimleri Birliği Başkanı Yusuf el Karadavi'yi terörist sayan bir anlayışın kabul görmesi mümkün değildir.