Yaklaşık beş yıldır Halep’te insanlar ölüyor. Başlangıçta çatışma olarak adlandırılabilecek olaylar, epeydir katliam biçiminde tanımlanacak hale gelmiş durumda. Yine başlangıçta, muhalif güçler-iktidar güçleri arasındaki bir mücadele olarak başlamıştı. Daha sonra meseleye DEAŞ dahil olmuş, bu da Esad güçlerinin muhalifler karşısında desteklenmesinin en meşru gerekçesini oluşturmuştu. Suriye’nin bütünü için geçerli ne varsa, Halep’te görmek mümkün. Esad rejimi, toplumun sesini dinleme eşiğini kaçırdıktan ve kendisine yönelik muhalefeti bir tür mezhep savaşı içinden gördükten itibaren, “DEAŞ’a karşı” başlığı altında yürüttüğü faaliyetleri tüm muhaliflere yöneltti. Bu çerçevede Halep’in, çok kültürlü-çok etnili ve çok mezhepli yapıdan kurtarılması esas hedef haline geldi. Gayet tabi resmi tutum, Suriye’nin DEAŞ kast edilerek “terör”den temizlenmesi oldu, bu arada başka terör örgütleri ise mücadele kapsamına değil, müttefik kapsamına alındı.
Bir bölgenin tarihsel ve sosyolojik doğası değiştirilmeye kalkıldığında, askeri güçlerin karşısına askeri ya da yarı askeri güçlerin çıkması beklenemez. Doğal olarak hedef sivil halk olur.
Ateşler altında kalan insanlık
Halep’te sivil halk, önceleri biri DEAŞ diğeri Esad ve ordusuyla organik bağlar kuran Şii milis güçler olmak üzere iki ateş arasında kaldı. Bu arada Suriye konusunun bütününde belirleyici oyuncu haline gelen Rusya, Esad’ın elini güçlendirecek her türlü yardımı yaptı; ABD’nin elinde sadece silahlı Kürt gruplar kaldı ve Türkiye de sahaya indi.
Bu gelişmeler sonrasında Halep’teki sivilleri hedef alan saldırılar çoğaldı. Bunun da ötesinde, DEAŞ’ın çevrelenmesi ve sıkıştırılması adına yapılan tüm girişimler sonucunda Halep halkı açlığa terk edildi, tanım yerindeyse bir “ekmeksiz alan” oluşturuldu. Söz konusu alanın duvarlarını delip içeriye ulaşmak, rejimin keyfine kaldı ve bu durum da Esad’ın Halep’i kazanması olarak taktim edildi.
Anlaşıldığı kadarıyla Esad, İran ve Rusya desteğiyle Halep’i coğrafi anlamda epeyce kontrolde tutuyor, ancak sosyolojik olarak kontrol edilemeyeceği düşünülmüş olmalı ki, insanların açlık ya da bombardımanlarla ölmesi, böylece denetlenebilir bir küçüklüğe ulaşmaları deneniyor. Yine anlaşıldığı kadarıyla, geçici ateşkeslerle insanların tahliye edilmesi için açılan koridorlar da, insanların öldürülmelerini kolaylaştıracak stratejik boğazlar olarak görülüyor.
Kurtarma değil, ele geçirme
Esad’ın rejim başarısı için imza atmaya hevesli olduğu Halep, muhtemelen “insanlığa karşı suç” kapsamında başını yiyecek yer olacak. Ancak Esad’ın Uluslararası Ceza Mahkemesinde yargılanması, Suriye’deki kaptanlığın İran’a geçeceği gerçeğini değiştirmeyecek. Üstelik, Türkiye ile Rusya, Halep’teki ateşkes için uğraşa dursun, tıpkı Balkanlardaki insanlık dramında olduğu gibi, her ateşkes rejime ve Şii milislere yarayacak. Bu arada rejim, terörle mücadele ettiğini ileri sürüyor; ancak tüm dünya basını Esad güçleri ile muhalifler arasında bir mücadele olduğunu kaleme alıyor. Demek ki Esad giderek DEAŞ’la mücadele edildiği konusundaki ikna yeteneğini kaybediyor. O halde üzerine gidilmesi gereken konu bu.
Halep’in DEAŞ’tan kurtarıldığı yok, kimsenin insanları, en azından tüm Haleplileri kurtarmak gibi bir derdi de bulunmuyor. Dert ele geçirmekle ilgili. Dolayısıyla bu şekilde kurtarılmış bir Halep’in Türkiye sınırlarına yakın yeni tehlikeler anlamına geldiğini, bunun da mezheplerle değil, devletlerarası mücadelelerle ilgili olduğunu unutmamak gerekiyor.