Boşuna değil.
FETÖ / PKK başta olmak üzere içerideki örgütlerle yapılan taşeronluk sözleşmeleri dünden bugüne değil 2008’lerde imzalandı.
Gezi Parkı eylemleri sırasında eylem alanında dolaşan Alman, Fransız gazeteciler, destek veren Alman vakıfları boşuna değil.
Türkiye’de “operasyonunu tamamlayan” basın kartlı ajanların alenen suç işleyip kendilerini içeri attırmaları da, orada birkaç ay kalıp “Diktatör Devlet, tek adam rejimi” imajı çizmeleri de, oradayken mağduriyet edebiyatıyla “Tutuklandık” kitapları yazmaları da boşuna değil. Tabii sonra tekrar “vatanlarına” dönüp kendi cumhurbaşkanlarının huzuruna çıkmaları da…
Boşuna değil.
CNN’in Gezi Parkı’nda anında canlı yayına geçmesi de boşuna değildi, CNN’in ünlü habercisi Amanpour’un 15 Temmuz’dan 2 gün önce özel ekibiyle Türkiye’ye gelmesi de…
HDP’nin önce barış türküleri söyleyip meclise girmesi de boşuna değildi, meclisi ve tüm Türkiye’yi gerip 6-7 Ekim olaylarında “Halklarımızı sokağa çıkmaya çağırıyoruz” diyerek insanları göz göre göre ölüme çağırması da…
Sürekli PKK ile, PYD ile, YPG ile sırt sırta, omuz omuza poz vermeleri de, “PKK isterse sizi tükürüğünde boğar” demeleri de, devlete “Bizi alamazsın, gelmeyiz, gelmeyeceğiz” tehditleri de boşuna değildi.
Devleti tehdit etmenin iki sonucu vardı. Devlet ya gerekeni yapacaktı ve böylece “devlet baskısı, zulmü altındayız” diyeceklerdi ya da bekleyecek, böylece devlete zaafiyet göstertmiş olacaklardı.
Devlet gerekeni yaptı. Teker teker gözaltına alınırken de, tutuklanırken de şov yapmanın yanı sıra keyifleri yerindeydi.Çünkü görevleri buydu. Boşuna değildi.
Hep ellerine tutuşturulan kartlarda yazılanları okudular, rollerinin dışına hiç çıkmadılar.
Mesela her patlamadan sonra daha barut kokusu havadayken “Katil devlet” naraları attılar. Sonrasında ardından kimin çıktığının önemi olmayacaktı nasılsa, ilk dakikada söyleyip kenara çekildiler. Her olayda… Her seferinde… Hatırlayın, Ankara Patlamasından sonra ölenlerin hepsinin üzerine HDP bayrakları serildi ve fotoğraflandı. Bu fotoğraflar ileride lazım olacaktı ve gerekli yerlere saklandı… Hala gününü bekliyor o fotoğraflar. Boşuna değildi.
Mesela akademisyenlerin imzaladığı bildiri de boşuna değildi, “bakın, bu devlet akademisyenlere, bilime, bilim insanlarına düşman” mesajı verilmeliydi, zaten buna hazır, hazırlıklı ve kullanışlı akademisyenler vardı. Bulmak da, imzalatmak da zor olmadı. Kurulan yine yine aynı tuzaktı, ya devlet aksiyon almayacaktı, zaafiyete uğratmış olacaklardı, ya devlet görevini yapacaktı ve akademisyenliğe, bilim insanlığına Türkiye’de devlet eliyle darbe vurulacaktı.
Mesela, PKK’nin güneydoğuda şehirlere inmesi de boşuna değildi. Oranın yerel halkını, vatandaşları kendilerine siper ettiler. Ya devlet ateşi kesecekti, terörist kazanmış olacaktı, ya devlet üstlerine gidecekti, “Türkiye’de devlet sivilleri katlediyor” diyeceklerdi.
Bütün bunlar, bu girift bilmeceler boşuna değil. Onlar için günü geldiğinde dünya kamuoyuna bu fotoğrafları, bütün bu olan bitenleri koyup, “Bakın, Türkiye’de Erdoğan seçilmiş siyasetçileri hapse atıyor, akademisyenleri kovuyor ya da hapse atıyor, sivil insanları öldürüyor, gazetecileri hapse atıyor ya da başka ülkelere sığınmak zorunda bırakıyor.” diyecek.
Ama planlayanlara göre o güne daha var. Henüz zamanı değil.
Belki de çoktan o gün gelecekti ama ne Erdoğan ne de Türk milleti sandıkları kadar kolay çıktı.
Diğer ülkelerde birkaç basit numarayla liderleri kendi vatandaşlarına yerlerde süründürerek öldürttürmek mümkündü ama Türkiye çetin ceviz çıktı.
Şimdi sırada ne var?
Sıradaki hamleleri biraz daha karmaşık.
Gezi parkında sol görüşlü vatandaşlar sokağa dökülmüşlerdi. Hatırlayalım, gezi parkı daha henüz çadır kuran protestoculardan ibaretken ve müdahale edilmeyeceği sözü verilmişken sabaha karşı kimden emir aldığı belli olmayan bazı güvenlik güçleri çadırları söküp yakarak gezi parkının günler süren ve yüzbinlerin katıldığı eylemlere dönüşmesini sağlamışlardı.
Sonrasında ordu içine uzunca yıllar boyunca sızmış olan FETÖ mensuplarının başlattığı bir 15 Temmuz yaşadık. Orada da “daha çok” milliyetçi, muhafazakâr, sağ görüşlü insanlar sokaklara döküldüler.
Küresel güçler için 15 Temmuz belki başarısız olmuştu ama yeni planları da ortaya çıkmıştı.
Toplumun iki büyük kesimi, iki büyük olayda kolluk kuvvetlerine karşı durmuş, zafer kazanmış, adeta antremanlı hale gelmişti.
Yani 15 Temmuz için düzenleyenler adına bir mağlubiyet diyebilmek için henüz erken. Çünkü bu mağlubiyeti de bir sonraki hamlede kullanacaklar.
NEDİR O HAMLE?
İşte bu kronoloji ile birlikte okunduğunda 16 Nisan Referandumunun önemi çıkıyor ortaya. Hamle de öyle…
16 Nisan Referandumuna kadar sinir uçları gerilecek, toplum kutuplaşacak ve bu gerilim referandum sonucuyla birlikte büyük bir sarsıntıyla açığa çıkacak.
İki ardışık büyük olayda hazırlanmış, antremanlı iki büyük kitle karşı karşıya gelecek, daha doğrusu getirilecek.
İşin aslı bu ilk deneme de değil, Gezi Parkı sırasında da AK Parti kendi kitlesini, MHP lideri Bahçeli de kendi kitlesini evlerinde tutmak için azami gayret sarfetmişti çünkü oyun o gün de aynıydı.
İşte bugün Bahçeli’yi hükumet politikalarıyla yanyana getiren unsur da bu. Bahçeli’nin bu duruşu siyasi ikbal için, başkan yardımcılığı için, şu için, bu için yaptığını sananlar çok fena yanılıyor çünkü Bahçeli’nin gördüğünü göremiyorlar. Bu yüzden 15 Temmuz’a yakın alelacele genel kurul toplanmaya, kavgayla gürültüyle karambole getirilerek yerine başka bir isim getirilmeye çalışıldı.
Sıradaki oyunları bu. Gezicilerle 15 Temmuz’cuların meydanda karşı karşıya gelmesi ve önlenmesi güç bir iç karışıklık. Bir taraf askere, bir taraf polise karşı mukavemete alışkın. İki taraf da antremanlı.
Akılları sıra, bu iç karışıklık (iç savaş demeye dilim varmıyor) başlayacak. Başlayınca da sözde müdahale mecburi hale gelecek. Yıllardır hazırlanan tüm uyduruk dokümanlar, fotoğraflar ve bu çadır tiyatrosu dünyaya sergilenerek Türkiye’ye müdahalenin aslında Türk halkını korumak anlamına geldiğini anlatacaklar.
Oylar birbirine yakın çıktığı sürece EVET mi HAYIR mı çıktığını da pek önemsediklerini zannetmiyorum. %51 - %49 gibi, %54 - %46 gibi birbirine yakın sonuçlarda az bir farkla kaybedeni mobilize etmek daha kolay olacak. Bu öfkeyi şimdiden doğurmak için de referandumun Türkiye’ye tek adamlığı getireceğine, diktatörlüğe dönüştüreceğine, rejimin değiştiğine dair bir algı oluşturuluyor.
ÖNERİM
Sevgili dostlar, EVET’çi ya da HAYIR’cı olun, ama önce maddeleri okuyun. Bir önyargıyla, bir niyet okumayla değil, sağ salim okuyun, sakin kafayla… Takım tutar gibi değil, dedemizin partisine oy verir gibi değil. Türkiye’nin sadece başında güçlü lider varken değil, her zaman güçlü olabilmesi için 16 Temmuz’a ve sonrasında da aklıselîm ve sağduyulu olmaya ihtiyacımız var.
Ama görüyorsunuz, bugüne kadar durmadılar, onlarca senaryo, onlarca kurgu denediler. Olmaz, bu kadarı da yapılmaz denilen ne varsa yaptılar.
Bugüne kadar bunca tuzaktan, tuzak kuranların en hayırlısının (Enfal, 30) rızası ve desteği olmadan kurtulamazdık.
Az kaldı, tünelin ucu yaklaşmakta.
Nasıl ki evimizde aile içinde ne kadar kavga edersek edelim birimiz yabancı biriyle kavga ettiğinde hepimiz bir oluruz, nasıl ki evde ne olursa olsun dışarıya taşmaz, yansımaz.
Bugün de siyasi görüşünüz uysun - uymasın, sevin - sevmeyin, bizden olana, içimizden olana sahip olma günüdür. Yerli ve milli adamlarımızı bize boğdurtmaya çalışanlara karşı yerli kalma, milli davranabilme günüdür.
“Hiçbir şey yapamazsak, en kötü ihtimalle Erdoğan’dan sonrasını bekleriz” diyen bu küresel aklın bu en son planının bozucusu da bu anayasa değişikliği. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu değişikliği, son planlarını da bozmak için istediği yukarıdaki kronoloji sırayla okunduğunda ortaya çıkıyor.
Gerçekten de bu değişiklik Erdoğan için değil, bugün ve bundan sonra Türkiye’de her doğan için olacak.
Bütün bunları bir köşe yazarı, siyasi görüş sahibi biri olarak değil bir yaşından küçük bir oğlu olan bir adam olarak yazdım.
Okuyanlar olarak siz de siyasi görüşlerinizden sıyrılıp, sakin sakin okuyun, etraflıca düşünün.
Yarınlar bizim olsun, bu ülke bizim kalsın..
Kardeşiniz
Ömer.