“Türkiye-ABD ilişkilerinin toparlanması için öncelikle ikili ilişkilerdeki statü ya da tanımlama sorunun halledilmesi gerekiyor. ABD merkezli sözde liberal uluslararası düzenin tasdik edici ülkesi olmak istemiyor Türkiye. Uluslararası düzenin adil şekilde yeniden yapılandırılmasını savunuyor. Daha gerçekçi olmak zorundayız. Dünya değişiyor, sistemik bir kriz var ve merkezi de ABD. Arap Baharı bölgeyi alt üst ederken Türkiye düzeni şekillendirebilecek en önemli aktördü. Dış politikasını çeşitlendirdi, askeri gücünü konsolide etti ama 15 Temmuz’da görüldü ki bize bu rolü oynatmayacaklar. O nedenle şimdi ekonomik, askeri ve siyasi olarak tam bir savunmadayız. Bu dönem geçici, sonunda ne olur diye düşünmek ve ona hazırlanmak lazım”.
Rejimin İdlib’e saldırma ihtimali, zaten diken üstünde olan Türkiye’yi daha da rahatsız etti. Türkiye’nin de garantör olduğu çatışmasızlık anlaşmasının ağır ilerlemesi diğer tarafların sıkıştırmasıyla daha da geriliyor. Anlatır mısınız bize, durum ne İdlib’te ve çözüm neden bu kadar zor?
İdlib çok karışık bir saha. Sadece Türkiye için değil, diğer aktörler için de öyle. Muhalefetin son kalesi belki de ama muhalefet çok parçalı. Radikaller de var ılımlılar da var. Savaşın devamını askeri olarak savunanlar da var siyasete inananlar da var. Türkiye Astana ile birlikte zor bir yükün altında girdi. Bunu yapmak zorundaydı. Başarılı oldu kısmen. Hem askeri olarak varlık gösterdi hem radikallerin daha fazla zemin kazanmasının İdlib’de önüne geçti. Ama tam anlamıyla radikallerin hepsini elimine edemedi. Rejim de bu arada diğer bölgelerde üstünlüğünü kurdu. Aslında Astana’ya uymadı. Rusya da buna göz yumdu. Türkiye ise sesini çıkartmadı. Şimdi rejim gözünü İdlib’e dikti. Rus-Türk diyaloğu son derece önemli. Bu geçtiğimiz yıl Halep’de yaşanan müzakere sürecine benzer bir sürecin yaşanmasıyla sonuçlanabilir. Ama Ruslar Türkiye’yi bana kalırsa biraz sıkıştırıyorlar bu konuda. Elini çabuk tut diyorlar. Ama bu iş o kadar da kolay değil. Türkiye’nin de bir limiti var. Rusya savaş istemiyor ama radikallerin varlığından da rahatsız. İki ülke de İdlib konusunda birbirine muhtaç. Rusya rejim üzerinden sınırlandırıcı etkisi var, Türkiye ise muhalifler üzerine tesir edebilme imkanına sahip. Dolayısıyla İdlib patlamaya hazır bomba gibi. Savaş olursa bizi olumsuz etkiler. Mülteciler, radikallerin sınıra yakın bölgelerde olmalarının getirdiği riskler, İdlib sonrası rejimin gözünü Afrin’e dikme ihtimali. Bunların hepsi zor konular. 7 Eylül zirvesi önemli. Bir sonuç çıkacaktır zirveden.
ESED PKK’YI YİNE KULLANMAK İSTER
Türkiye açısından en büyük risk 3 milyon yeni sığınmacı akınının sınıra dayanmasından mı ibaret?
Değil tabii ki. Başka riskler de var. Astana uzlaşının bir anlamı kalmaz. Bu Suriye’de durumu yeniden çatışmacı bir evreye sokabilir. Öte yandan ılımlı muhalefetin yeniden rejime karşı siyasi çözümü alternatif görmediği bir çatışma dalgasını başlatabilir. Ilımlılar radikallerin safına dahil olurlar. Savaş daha da uzar. Türkiye’nin Zeytin Dalı Harekatı ve Fırat Kalkanı Harekatı bölgelerine yönelik baskı oluşur. Bu da Türkiye’nin PKK ile mücadelesini sekteye uğratır. Nitekim rejim ile PKK arasındaki görüşmeler boşuna değil. İdlib’i halledip Suriye rejimi PKK’yı Türkiye’ye karşı kullanmak isteyecektir. Bu geçtiğimiz 7 yıllık dönemin tepkisini PKK üzerinden çıkarmak isteyecektir. Buna dikkat etmek lazım.
RUSYA ESED’E KARŞI FRENLEYİCİ UNSUR
İdlip’e askeri operasyon olursa, sayıları 12’yi bulan gözlem noktalarımız ve oradaki askeri gücümüz açısından halimiz ne olur? Ne olmalıdır?
Türkiye üçüncü taraflarca hedef alınırsa karşılığını verir. Bu eğer operasyon olacaksa kapsamının nasıl olacağı ile ilgili bir durum. Sınırlı bir askeri müdahale olursa Türkiye kalmaya devam eder. Ama rejim freni boşalmış kamyon gibi kapsamlı ve cezalandırıcı bir müdahaleye kalkışırsa o zaman Türkiye’nin askeri gözlem noktaları risk altındadır demektir. Rusya’yı frenleyici aktör olarak görmek lazım ve Türkiye’nin hem insani faciaya hem de kendisi hedef alındığında karşılık vereceği konusunda çok net ikna etmesi lazım.
ÜÇLÜ ZİRVEDEN SİYASİ ÇÖZÜM ÇIKAR
7 Eylül’de Tahran’da Türkiye, İran ve Rusya zirvesi var. İdlib masadaki öncelikli konu. Ne beklemeliyiz? Üç ülkenin bakışı farklı ama siyasi çözüm mümkün mü hala?
Üç ülkenin de öncelikleri farklı ama ortak noktalar da var. Önce İdlib konuşulacak. Diplomasi Türkiye’nin önceliği, Ruslar da kısmen buna yakın duruyor. Ama bu Türkiye’nin sahada ne yapıp ne yapamayacağı ile ilgili bir durum. Türkiye ikna ederse çatışmasızlık bölgesi anlaşması devam eder. Sonra muhaliflerle sıkı bir pazarlık yapılır. Rusya da buna dahil olur. Başarıya ulaşma sansı var. Olmazsa sınırlı bir müdahale gelir. İran’ın başı dertte, Rusya savaşın uzamasını istemiyor bu nedenle Türkiye’ye imkan tanıyacaklardır.
Ardından Cenevre’de de bir Suriye görüşmesi olacak? Karar anına mı yaklaşılıyor?
Hala çok erken. Çok fazla çıkar çatışması var. Cenevre aktörlerin daha fazla olduğu bir platform. Dolayısıyla daha fazla anlaşmazlık demek. Kimin katılıp katılmayacağına dair bile bir anlaşmazlık varken, Suriye’nin geneline bir çözüm getirmesi pek mümkün görünmüyor.
ABD İLE RUSYA İDLİB’TE ANLAŞIR MI?
Suriye paylaşımında ABD ve Rusya’nın bir denge kurduğu görülebiliyor harita üzerinde. ABD ve Rusya’nın İdlib mevzuunda da, Türkiye’yi rahatsız eden diğer konularda da, Türkiye’nin aleyhine olacak şekilde anlaşma ihtimali var mı?
Buna dair söylentiler var. ABD’nin İdlib konusunda Rusya’ya el altından “temizleyin şu radikalleri” dediği söyleniyor. Olabilir. İkisi de Türkiye’nin hayrına çalışacak aktör değil. Göz yummak zorunda oldukları şeyler var Türkiye’nin askeri varlığı nedeniyle. Ama Fırat’ın doğusu ABD için kolay lokma değil. PKK dışında kimseyle anlaşamaz. Rejim, Rusya, Türkiye ve İran. Pek mümkün görünmüyor. Menbiç ile birlikte bu konuda olumlu bir hava var. Bu plan iyi bir plan ve işletilebilirse en azından bir ilerleme sağlanabilir. Ama orada da ciddi bir statü problemi ile karşı karşıya kalacağız. Artık meselenin karakteri değişti Suriyeli Kürtler adına. PKK Suriye’de tutunmak için elinden geleni yapacak. Hatta ABD’yi bile yeri geldiğinde satacak. Şimdi rejimle yarın Rusya sonrasında da İran’la. Hatta ABD’ye döndürecek silahını belki de. Fırat’ın batısı Türkiye için yeterli bir güvenlik kemeri oluşturmaz. Asıl işe, Fırat’ın doğusundaki PKK derinliğini ortadan kaldıracak bir angajmana girmek. Bu Rusya ile olacaksa Rusya ile olur. ABD ile olacak onlarla olur. Aktör fark etmez.
AB TÜRKİYESİZ OLAMAYACAĞINI ZAMANLA ANLAYACAK
Türkiye-AB arasındaki yakınlaşma eşit bir ilişkiyi getirir mi?
Üyeliği aklınızdan çıkarın şimdilik. Ama bu Türkiye’nin tam üyelik stratejisinden vazgeçmesi gerektiği anlamına gelmiyor. Avrupa ve AB ciddi bir krizden geçiyor. Uluslararası ilişkiler krizi ve güvenlik sıkıntıları var. BREXIT’in maliyeti bilinmiyor. ABD ile çekişmeleri ortada. Onlar da yeni bir yol arıyorlar. AB’nin geleceği belirsiz. Türkiye bu krizin bir parçası ve Türk-Amerikan ilişkilerindeki sıkıntıların benzerleri Avrupa ile benzer nedenlerden ötürü yaşanıyor. Avrupa’nın bizle mi bizsiz mi yola devam edeceği çok tartışılacak. Sonunda AB’nin Türkiyesiz olmayacağını anlayacaklar. Bizim yeni sistemimizi tam çalışır şekilde oturtmamız lazım. Türkiye karşıtlığının Avrupa’da pekişmesinin önüne geçmemiz de.
Avrasyacılık romantizmdir, jeostratejik karşılığı yoktur
Türkiye-Rusya ilişkileri her alanda ilerliyor, bu seyir nereye varır?
Tarihsel olarak büyük bir jeopolitik bagaj var Ruslarla aramızda. Anlaşamadığımız konular anlaştıklarımızdan fazla. Buyurun, Kırım meselesi. Karadeniz’deki güç dengesi Kırımla birlikte aleyhimize değişti. Balkanlar, Güney Kafkasya, Orta Asya, Suriye, Akdeniz, GKRY ile Rusya’nın ilişkileri. Dolayısıyla aceleci davranmamak lazım. Rekabet etmek zorunda kalacağımız hatta bazı konularda karşı karşıya geleceğimizi de hesap etmek lazım. Rusya, şuanda Türkiye’nin ABD ile Batı ile arasının limoni olmasının tadını çıkarıyor. Ama fırtına dindiğinde Rusya ile güçlü ama yalnız olmayacak bir şekilde masaya oturmanız lazım. Ekonomik derinlik çok önemli ama Rusya kaba bir askeri güç, acımasız bir güç kullanma sevdalısı. Bu jeopolitik genlerinde var. Türkiye ise kendini korumak ve savunmak için sadece güce başvuran, istikrar için güçlenmek isteyen bir aktör.
BATI BUNA ALIŞACAK
Buradaki tuzak şu: güç dengesi oyunu oynamak çok zordur. Jeopolitik portföylerinizi sürekli çeşitlendirmeniz ve gücünüz tedrici olarak arttırmanız gerekir. Katar’ı ne kurtardı sizce? Küçük ülke, büyük dış politika! Biz büyük bir gücüz. Rusya görmezden gelinemez Türkiye için. Batı da buna alışacak. Ama Rusya’ya yönelelim, Batıyla, ABD ile çalışmayalım demek stratejinin ve jeopolitiğin tarihine hakaret olur. Avrasyacılık romantizmdir Türkiye’de. Jeopolitik bir karşılığı yoktur. Türkiye bu sistemik krizden yara almadan çıkarsa reel güç statüsüne ulaşacaktır. O zaman kendisi bir eksen olabilir.
ABD İŞİN İÇİNDEN ÇIKAMIYOR
“ABD, PYD-PKK arasındaki ilişkinin farkında. Bu ilişkiyi kendisi konsolide etti. Bilinçli yaptı. Türkiye’yi ikna ederim diye düşündü. Ama olmadı. Şimdi işin içinden çıkamıyor. Tam bir ikilem. Kendisinin zemin hazırladığı (Irak’ta) DEAŞ korkusu gibi. PKK’ya bir jeopolitik derinlik kazandırdı. Türkiye bunu bozmak üzere. Türkiye ile olan ilişkilerde ABD’de bir kanaat çok rahatsız. CENTCOM’un her şeyi batırdığını düşünüyor. Irak, Afganistan, şimdi de Suriye. Eğer bu ekip galip gelirse Türkiye’nin tezleri hayata geçer.”
S-400 MÜ, F-35 Mİ İKİLEMİ YAŞIYORUZ
“Türkiye S-400 alımından kolay vazgeçmeyecek. Ama ara formül üretmek zorunda. 1952’den beri NATO üyesisiniz ve tüm askeri-savunma sisteminiz bu eksende. Bu hem NATO için zor, hem ABD için. Ara formül şu olacak. S400’ü alacak ama NATO sistemine entegre etmeden müstakil kullanacağız. Bunun da riskleri var: F 35 projesi riske girecek. Bu, Rusya-Batı-ABD gerginliğinde bir şeye karşılık geliyor çünkü. İkincisi ise şu, F 35 Türkiye’nin harp kabiliyetini çok yukarılara çıkaracak. Senaryolara çok iyi hazırlanmalıyız”.