Mimar Başak Cengiz (28), canice öldürüldü. Ankara'daki evinde yürekleri dağlayan bir yas var şimdi... Katil Can Göktuğ Boz'un onun hayatını hunharca kararttığı video gerçekten korkunçtu. İnsanın insanlığından utanacağı bir görüntü. Böyle bir suçu vahşi hayvanlar dahi işlemez. Demek hayvandan da aşağı -belhum adal- olabiliyormuş insanlar...
Katilin, ilkin seyrettiği şiddet filmlerinden etkilendiği söylendi, ardından psikopat olabileceği yayıldı, ne olursa olsun, yoldan geçen bir kadına, sırf güçsüz bulduğu için defalarca kılıç sallayabilecek derecede ruhsuz, vicdansız, hain birisi... Allah Başak Cengiz'in anne-babasına, ailesine, nişanlısına, arkadaşlarına sabırlar yağdırsın, bir gelinlik kızdı Başak, hayalleri ahirete kaldı...
Şiddet, ancak ölümle noktalanınca dikkatimizi çekiyor.Ucunda katliam olmasa haber değeri bile yok ne yazık ki! O kadar sıradanlaştı ki... Komşumuzun oğlu Samet (32) kırmızı ışıkta geçtiği için uyardığı bir aracın sürücüsü tarafından öldüresiye dövüldü, kafatasında üç çatlak, alın kemiği boydan boya kırık, her iki gözünde kayma var, elleri kolları kırık... Bu nasıl bir vahşet? Üstelik Kayabaşı'nda otobüs durağı civarında şiddete uğradığı halde, etrafta tek bir kamera yok, saldırganın bindiği aracın plakasını almış etraftan yetişenler, adam bulundu, ifadesi alındı ve salıverildi... Henüz kamunun dava açtığı yok... Hastanelerde, oradan oraya savrulan genç bir inşaat mühendisi... Ailesi perişan oldu, bu nasıl adalet? Bu nasıl şehir?
İstanbul devasa ve kontrolsüz nüfusuyla, bir şiddet metropolüne dönüştü... Yeterince polis, yeterince kolluk gücü yok, yeterince caydırıcı önlemler yok, yeterli kontrol yok... Suçlular, psikopatlar, caniler ensemizde geziniyorlar...
Ataşehir gibi kalabalık bir semtte, eli kılıçlı bir katil gezinebiliyor mesela. Kim satıyor o kılıçları? Niçin satın alıyorlar? Satın alanların bilgisi güvenlik kayıtlarında var mı? Herkeste pompalı tüfek, tabanca, envai çeşit bıçak, kesici, yaralayıcı suç aleti, şimdi bir de kılıç çıktı... Bunların kontrolünü nasıl sağlayacağız?
Güvenlik, İstanbul gibi metropollerin ilk sorunu haline geldi. Üzeri örtük bir terörizmle karşı karşıyayız...
Şiddet geçmiş zamanların sorunuydu, artık sözleşmeler ve demokrasi çağındayız derken, modern sonrası zamanların örtük, içselleştirilmiş, ne yazık ki sıradanlaşmış şiddet sarmallarının içinden geçiyoruz. Güncel hayatın yanı sıra, medyada, sanat adına sunulanlarda, politikalarda, günlük dilde, başarı ve kariyer vurgularımızda, ekonomik ve sosyal göstergelerle olan ilişkimizde, kendini kolayca öne çıkartmayan, adeta kanımıza sinsice işlemiş, kabullenilmiş şiddet suretleri var... Şiddet ve garez şeytandan gelir derdi büyüklerimiz oysa... Yaygınlaştıkça kendini sinsice gizleyen şeytani bir şiddet dalgası içindeyiz...
Ve aşırılıklar... Tezatlarını kendi içinde doğuran, yücelten aşırılıklarımız... O kadar çok iletişim halindeyiz ki, ailemizi farkında değiliz. Aşırı iletişim, iletişimsizliği doğurmuş... Sadece telefonlarımıza veya tabletlerimize bakıyoruz. Neredeyse tüm dünya gözümüzün önünden gelip geçerken, en yakınımızdakilere karşı körleşiyoruz. Sabahtan akşama kadar genç kalmanın ve sağlıklı yaşamanın kurallarını işitiyoruz o kadar ki, dişimiz ağrıdığında öleceğimizi zannediyoruz. Sağlık ve gençlik saplantısı kalbimizi sıkıştıran bir evhama dönüşüyor. Başarı ve kariyer tapıncımız o kadar ileri düzeyde ki, yükseldikçe yapayalnız kaldığımızı farkedemiyoruz bile. Ve bir türlü dolduramadığımız şu içimizdeki karanlık boşluk... Aşırılıklar çağında, bazıları kılıcını en savunmasız gördüğü insana hiç acımadan vurabilecek bir manyaklık seviyesine taşmış halde, bazıları bir trafik Drakula'sı ki öldüresiye dövüyor, yıkıyor, parçalıyor...
Bu koşullarda; efendi olana aptal, hak yemeyene iş bilmez, dirsek atmayana korkak, bağırıp çağıramayana iki lafı bir araya getiremez, kadere rıza gösterene- nasip diyene sorumsuz, arkadaşına destek olana ahmak, kibar olana zavallı gözüyle bakılmıyor mu? Kelimeleri yaraladığımızın, anlamlarını büktüğümüzün, kavramları ters yüz ettiğimizin, olayları yanlış yorumladığımızın farkında mıyız?