Bu satırları, 2013 Eylül’ünde rezillik bekleyen (yani yeni bir Gezi kalkışmasına aşeren) ‘erazil’ taifesi için yazmıştım.
Şöyle demiştim:
Eylül’de yeni bir Gezi bekleniyormuş...
Ne yani, şimdi siz Eylül’de devrim mi yapacaksınız? Mülaaneciler sağdan vuracak, “ulusalcı sol” soldan vuracak, Halk TV kışkırtıcı yayınlarıyla ortam kızıştıracak, Meltem Ünal Erzen hanımefendi Gezi alanına otobüs seferleri düzenleyecek, Kemal Kılıçdaroğlu “çocukların gözlerinden öpecek”, binlerce kamu aracı tahrip edilecek, kaldırım taşları sökülecek, pisipisine birkaç genç ölecek ve “devrim aşamasına” gelinecek... Öyle mi?
Ece Temelkuran tekrar o coşkuyu yakalar mı? “Devrim bu Banu… İçimden devrim demek geçiyor” diye canlı yayında coştukça coşar mı?
Banu Güven, “Devrim, evet… Benim de içimden devrim demek geçiyor Ece!” diye bu coşkuya coşku katar mı?
Özgür Mumcu kardeşimiz, “böyle devam ederse” birkaç belediye otobüsünün daha yakılacağı müjdesini verir mi?
Can Dündar telefonla yayına bağlanıp, “Oğlum kayıp… Oğlumu bulamıyorum” diye ortam kızıştırır mı? Polisin katliam hazırlığı yaptığını, çocukların annelerinin kucağından zorla alınıp götürüldüğünü söyler mi? “Tiksindirici” yalanlarına devam eder mi?
Büyük holdinglerimiz, durumdan vazife çıkarıp devrimcilere iaşe yardımında bulunur mu?
Cem Boyner, “Çapulcuyum çapulcu” pankartı önünde poz verip objektiflere sırıtır mı?
Devrimci çiçek çocuklar “Devrimciler burada, makarnacılar nerede?” sloganlarını çığırır mı, ezan okunduğunda ıslıkla mukabelede bulunur mu?
Ertuğrul Özkök, “Bazı darbeler demokrasi getirir!” öğüdünde bulunur mu?
Mehmet Yakup Yılmaz, 10801’inci “Hükümet başarısız, Erdoğan diktatör” yazısını yazar mı?
Hasan Cemal, “Mursi’m sana söylüyorum, Erdoğan’ım sen anla” uyarınca, 870’inci kez “Mursi’nin hatalarını” sıralar mı? Erdoğan’ın sonunun geldiğini söyleyerek, Bernard Henri Levy adlı terbiyesiz kolpacıya sütunlarını açar mı? Bekliyoruz…
Bekledik ama yeni bir Gezi olmadı.
Daha iyisi (!) geldi.
Hoca efendilerinin “teknik nakavt” dediği, “yolsuzluk” susturuculu 17/25 Aralık girişimi geldi.
Bu da sonuç vermeyince, 15 Temmuz’da NATO destekli mülaaneci kalkışması geldi.
Şimdi Fransa’ya bakıp umutlanıyorlar.
Olabilir mi?
Bir “sarı yelek” kalkışmasıyla bu iş tamama erdirilebilir mi?
Geçenlerde, muhterem bir eski “basın patronu”, alışveriş sitesinde “indirimli sarı yelek satışlarına” başladı. Bugüne kadar 25 liraya okuttuğu yeleklerin fiyatını, “umumi talep” üzerine 4.5 liraya düşürdü. Deşifre olduğunu anlayınca da, “Sitemizde bu ürünün satışı yapılmamaktadır” diye bir not düştü ve “ürününü” (!) satıştan kaldırdı.
Bunu niye yaptı?
Burada iki soru öne çıkıyor:
Bir: 25 liradan 4.5 liraya inmek (sarı yelekler ithal yoluyla ülkemize geliyor ve alıverişte dolar kullanılıyor) büyük bir zararı göğüslemeyi gerektirdiğine göre, basın patronu niçin bu zararı göze aldı?
İki: Ortada bir zarar-ziyan yoksa, yani indirimli satıştan da kâr elde edilebiliyorsa, basın patronu niçin 4.5 liralık tapon yelekleri 25 liradan okutup yıllarca bizi kazıkladı?
Bu soruların muhatabı, savcılık ve rekabet kuruludur.
Savcılık, “göze alınan büyük zarar”ın arkasında nasıl bir hazırlık bulunduğuna, rekabet kurulu da, “zararına satış”la halkın nasıl kazıklandığına bakmak zorundadır.
Kötü haberi (!) sona sakladım:
Sarı yelek kalkışmasına bakıp yeni bir rezilliğe aşerenlerin beklediği devrim “tersinden” gerçekleşti.
Sessiz, nümayişsiz, gösterişsiz ve statüko artıklarını kökünden söküp atan bir devrimdi bu.
İrfan boyutu da olan bir devrim…
Bu devrimi, “makarnacı ve kömürcü” diye aşağılanan kara kalabalıklar gerçekleştirdi!