Kınayalım mı? Kemal Kılıçdaroğlu’nun şehit cenazesinde uğradığı saldırıyı “yüksek sesle” kınayalım mı?
Kınaması gerekenler, kınadı...
Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere, “hükümet etmekle” sorumlu bütün yöneticiler, bütün sivil toplum kuruluşları, bütün odalar, neredeyse yetkili yetkisiz bütün zevat saldırıyı “yüksek sesle” kınadı.
Kınamak, saldırıyı (saldırıdan doğan zararı) hafifletmiyor elbette...
Kınayarak, saldırganın “mesajına” karşı çıkıyorsunuz.
O mesajın arkasındaki siyasayı paylaşmadığınızı söylemiş oluyorsunuz.
Bu nedenle değerli...
Dolayısıyla, Kemal Kılıçdaroğlu’nun gönlü rahat olsun; uğradığı saldırı bütün muarızlarını “samimiyetle” üzmüştür.
Peki, neden “Kılıçdaroğlu’nun şehit cenazesinde uğradığı saldırıyı yüksek sesle kınayalım mı?” diye sorma gereği duydum?
Neden bu durumu “pazarlığa” çıkardım?
Şu yüzden:
Dönemin Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, 2013’te, “Hacı Bektaş-ı Veli’yi anma” törenlerinde Hüseyin Satı isimli bir şahsın saldırısına uğradı.
Kemal Kılıçdaroğlu da o törenlerdeydi...
Konuşma yapmak için kürsüye geldi ve Türkiye’de büyük infial uyandırmış o olayla ilgili tek laf etmedi. Yani, Bekir Bozdağ’ın uğradığı saldırıya değinmedi. Bilakis, saldırganın (o saldırıyı bir tür intikam aracı olarak görenlerin) gazını alacak “çirkin ötesi” bir konuşma yaptı... Konuşurken “sırıtmayı” ihmal etmedi tabii...
Bitti mi?
Başbakan Yardımcısı’na saldırmayı “doğal hak” sayanların temsilcisi CHP’li Umut Oran daha da ileri gitti. Saldırgan Hüseyin Satı’yı alnından öperek teselli etti.
Evet, teselli etti...
Şimdi bir kez daha soralım: “Kılıçdaroğlu’nun şehit cenazesinde uğradığı saldırıyı yüksek sesle kınayalım mı?”
Ben kendi görüşümü dile getireceğim:
Kınayalım...
Hem de hiçbir “mazeret cümlesinin” arkasına sığınmadan kınayalım.
HAMİŞ
Saldırıya uğrayan tek kişi Kemal Kılıçdaroğlu ve Bekir Bozdağ değil... Dönemin Enerji bakanı Taner Yıldız da, Kayseri’deki şehit cenazesinde saldırıya uğramış, burnu kırılmıştı.
Sözcü gazetesinin başlığını hatırlıyoruz: “Yumruk terapisi...”
Hiçbir Kılıçdaroğlu ahfadı, çıkıp, “Bu nasıl başlık, bu nasıl habercilik? Bu yaptığınız düpedüz nefret suçudur” dememişti. Bilakis, Sözcü’nün o “rezilce” başlığına sahip çıkmıştı.
Peki, aynı Sözcü’nün “tokatçı” yazarı Yılmaz Özdil?
Özdil de, HDP’li Ahmet Türk’e atılan yumruğu “güzelleyen” utanç verici bir yazı yazmıştı.
Bir tepki, bir kınama?
Hak getire...
Kemal Kılıçdaroğlu, bu “nefret suçu” karşısında, yine, mutlu bir sepet gibi sırıtmıştı...
Faşistler (ki, bunlar çoğunlukla CHP’liler ve Yılmaz Özdil’in 2.500 liraya kitap sattığı Kemalist’lerdi) “oh olsun” demişlerdi.
Konu Basın Konseyi’ne intikal etmişti.
Bugün Ekrem İmamoğlu’nun “hukuk işleri bürosu” gibi çalışan Basın Konseyi ne karar vermişti, biliyor musunuz? “Yılmaz Özdil’in yazısı, basın özgürlüğü sınırları içindedir.”
Bunları bilin de, Kılıçdaroğlu’na yapılan saldırıyı öyle kınayın!