Maçın başlarında bir ara, son Dünya Şampiyonu Fransa’nın adından, heybetinden, gücünden sakınır gibi bir halimiz vardı. Çok da şaşırtıcı bir şey değil ama, bu ürkek halimizden o anlarda ciddi şekilde rahatsız oldum. Ama zaman geçip, şampiyonun fazla bir şey yapamadığını görünce, bizimkiler kendi yapabileceklerine odaklanmaya başladı.
İyi sokuluyor, güzel açılıyor, etkili pozisyonlar buluyorduk ki; goller de fazla gecikmeden geldi. Düşünün ki; Fransa gibi bir takımı, pozizyona giremeden devreyi tamamlama bahtsızlığına düşürüyorsunuz. Evet, Fransa’nın ayakları etkili olamadığı gibi istekli de değildi. Sanırım “Bu Türklere bir şekilde golümüzü atarız” kanısındaydılar. Sıkmadan oynadılar.
Fakat kabul etmek gerekir ki; bu adamlar fırsatını buldu mu, lakayt oynadıkları maçta bile, yapacaklarını yaparlar. Savunmamız onlara bu fırsatı vermedi. Gençler müthiş bir iş başardı. Devreyi sıfır hatayla tamamladılar.
Gollerimiz de hata golü değil, şans golü değil, fırsat golü değil; resmen ve açıkça, projeli takım gollleriydi.
***
Aslında ilk 45 dakikayı 2-0 değil, 3-0 önde kapatacaktık ama; Fransız savunmasının hatasından geliştirdiğimiz pozisyonda, Burak Yılmaz fırsatı değerlendiremedi.
Fransa gibi bir takımı; ilk yarı boyunca etkili şut atmadan, pozisyon üretmeden, herhangi bir tehlike yaratamadan durdurmanın anlamı/değeri/özelliği çok büyük. Bunlar rastlantıyla olmaz. Emek, beceri ve akıl da gerektirir. Bravo gençler.
***
İkinci yarıda da Burak’la gol kaçıran gene bizdik. Birbirimizle iyi anlaşıyor, dişe diş-kora kor mücadele ediyorduk. Son anlar dışında, kesinlikle dünya şampiyonundan iyiydik.
Sağolun... Sağolun... Varolun çocuklar!