Muharrem İnce, adaylık kampanyasını yalanlar zinciri ile sürdürüyor. En büyük yalanı da Balıkesir’de dillendirdi, Erdoğan’a şöyle seslendi: “Sana bir soru; sen 2001’de partiyi kurarken icazet almak için Pensilvanya’ya gittin mi gitmedin mi? Cumhurbaşkanı seçildiğinde icazet almak için gittiğini günü saati ile birlikte açıklayacağım.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan “açıklamazsan namertsin” deyince devam etti:
“İspatlamazsam namerdim. Kiminle gittiğini biliyorum. Bana bunu söyleyen kişi seninle birlikte giden kişi. Beraber gittiniz. Şimdi aranız bozuk.”
Karşımızda gayet rahat yalan söyleyen değişik bir karakter var. “Seni arayan Amerikalı kim?” diyorsun, söylemiyor. Canlı yayında, “Büyükelçiler bana ‘Erdoğan’ı yargılayacak mısınız?’ diye sordular” diyor, ertesi gün tweet atıyor; ben öyle bir şey demedim” diyor.
İnce’nin, AK Parti kurulurken Erdoğan’ın Gülen’den icazet almak için Pensilvanya’ya gittiği iddiası kuyruklu bir yalandır.
Ben şahidim; Erdoğan ile Gülen arasında öyle icazet almayı icap ettiren bir hukuk, yakınlık hiç olmadı. Çünkü Erdoğan en baştan itibaren, özellikle de İstanbul Belediye Başkanlığı seçiminden itibaren, Gülen’in kendisine olan hasmane tavrını biliyordu. 1994’teki belediye seçiminde Gülen’in, o dönemin İstanbul imamı Ahmet Kara’yı görevlendirerek, Erdoğan’ın seçilmemesi için bütün adamlarını seferber ettiğini biliyorum.
Gülen’in bu düşmanlığının, Erdoğan elbette farkındaydı ve bunu hiç unutmadı.
Gülen’in Erdoğan’ı sevmesi, desteklemesi mümkün değildi. Çünkü kendisini “seçilmiş kurtarıcı”, “Beklenen Salih Zat” olarak görüyor ve yolundaki en büyük engelin Erdoğan olduğuna inanıyordu. Bu yüzden Erdoğan’a karşı büyük hazımsızlığı vardı.
3 Kasım 2002 seçimlerinden bir-iki ay önceydi. Pensilvanya’da bana seçim havasının nasıl olduğunu sordu. Ben, AK Parti’nin tek başına iktidara geleceğini söyledim. Bozuldu, yüzü gerildi ve elini dizine vurarak; “Yanılıyorsun, yüzde 60 oy alsalar bile iktidarı ona vermezler” dedi...
Erdoğan’a da, Melih Gökçek’e de takıntısı vardı. Bir defasında “Erdoğan, Gökçek, ikisi de Türkiye’nin cins kafaları” dedi.
Erdoğan, Gülen’in kendisine olan kin ve nefretini daha sonraları açıkça gördü. Gülen Pensilvanya’da hastaneye kaldırılmıştı. Geçmiş olsun telefonunda Gülen, Erdoğan’a çok övücü sözler söylemişti. Ama Erdoğan daha sonra şunu öğrendi. Gülen telefonu kapatır kapatmaz yanındakilere Erdoğan’ın aleyhinde ağır sözler söylemişti... (Bunun şahitlerini bana ilk elden söyleyen oldu)
Gördük ki; 7 Şubat 2012 MİT krizi, Gezi olayları, 17/25 Aralık isyanı, MİT tırlarının durdurulması ihanetlerindeki hamlelerin hepsi Erdoğan düşmanlığının sonucuydu.
Ancak bunlardan çok önce, 2009 yılından itibaren elebaşı Gülen, bütün FETÖ tabanına Erdoğan kin ve nefreti aşılamaya başladı.
Erdoğan’ı ve yakın çevresini, başta MİT Müsteşarı Hakan Fidan olmak üzere İran ajanlığı ile suçlama hususunda geniş bir algı operasyonu yürütüldü.
Tabandakilere en çok söylenen de şuydu:
“Hocaefendi seçilmiş kurtarıcı. Peygamberimiz Medine-i Münevvere’de kendisine, ‘Biz bu işi Türkiye’de Fetullah’a verdik’ dedi. Herkes Hocaefendi’ye danışıyor, onu dinliyor. Obama bile Amerika’da kendisiyle istişare ediyor. Erdoğan kim oluyor ki Hocafendi’ye danışmadan, onunla istişare etmeden kendi kafasına göre Türkiye’yi yönetmeye kalkıyor?”
Muharrem İnce’nin iddiası, işte bu gerçekler ışığında kuyruklu bir yalandır. Erdoğan nezdinde Gülen, hiçbir zaman fikri sorulacak, icazet alınacak biri olmadı.