Çok kırgınlarmış... “Rusya bizi sattı” diyorlar.
Ne olacaktı yani? Elinizdeki Amerikan silahlarıyla, iki gücü karşılıklı dengeleyip “kullanarak”, uyuşturucu geçişini kolaylaştırmak için bölgede bir terör koridoru mu oluşturacaktınız?
Bölgenin en güçlü üç ülkesi de buna göz yumacaktı ve sizin karşılıklı “dengeleme/tartma” manevralarınıza teslim olacaktı. Öyle mi?
Rusya, evet, bir dönem PYD’ye göz kırptı...
PYD de bu yakınlığı kullanarak Rusya’da birtakım irtibat büroları açtı ama “işbirliği” bir yere kadardı. Çünkü Rusya’nınki, örgütü Amerika’ya kaptırmama aculluğuydu. Tamamen “Amerikan malı” olmuş bir örgüte karşı Türkiye’nin yakınlığını/dostluğunu gözden çıkaramazdı.
Bu nedenle PYD’yi sattı...
Çok yakında Amerika da aynı işlemi gerçekleştirecektir.
Nasıl ki Barzani’yi sattı. PYD’yi de satacaktır.
Daha önce çok yazmıştım: Terör yöntemleri ve Amerikan silahlarıyla Suriye’nin kuzeyinde alan hâkimiyeti oluşturan PYD/YPG, tarihin kaydettiği en ilkesiz, en düstursuz, hatta en midesiz örgütlerinden biridir.
Bunlar (yani PYD’liler), önce “Müslim aşiretinin çocukları” olarak boy gösterdiler. Amerika el atınca, “Marksist örgüt”e dönüştüler... Amerika el atıyor, Marksist örgüt oluyorlar. Ne tuhaf!
Marksçılıkları da bir tuhaf... Marksizm’i “kimlik” üzerinden tanımlıyorlar. Murat Belge ve Althusser’ci arkadaşlar da bu tanımlamada boncuk arıyorlar...
İşbu tuhaf Marksist örgüt, fi tarihinde, Rusya-Türkiye arasında uçak krizini fırsat bilerek Moskova’da temsilcilik açmıştı. Duvarına da, Türkiye’nin bir bölümünü, kurmayı umdukları PKK devletinin toprakları arasında gösteren bir harita asmıştı.
Bütün savaşımları, kendilerine kimlik dahi vermeyen Esed rejimine karşı idi... Esed’i devirebilmek için, kısa bir dönem, Suriyeli muhaliflerle “ortak çalışma” yürüttüler.
Ne zaman ki Amerika bölgeye çöreklendi, “Biz artık ABD’nin kara ordusuyuz” dediler ve başlangıçta iş tuttukları muhaliflere saldırmaya başladılar.
Rojava devriminden sonra da “etnik temizliğe” giriştiler.
Hasan Cemal gibilerin çok sevdiği bir “devrim”dir bu.
Devrimin ilk icraatı, bölgedeki Arapları, Türkmenleri ve Ezidileri sürmek oldu.
Kendileri gibi düşünmeyen Kürtlerin okullarını yaktılar, derneklerine saldırdılar, mescitlerini kundakladılar, kanaat önderlerini ağır işkencelerden geçirdiler, yargısız infazlar yaptılar... Böylece, 300 bin Kürdü Barzani bölgesine sürdüler.
Rusya bölgeye yerleşip Lazkiye’de büyük bir hava üssü kurunca, tornistan edip, “Biz Rusya’nın da kara ordusuyuz, Rusya için de savaşacağız” demeye başladılar.
Derken, Esed, elinde Amerika’nın verdiği “temiz kâğıdı”yla çıkageldi. Kendilerine kimlik dahi vermeyen Esed...
Bu kez (Amerika’nın da onayıyla) Esed’e yanaştılar ve “Suriye Demokratik Güçleri” etiketini kullanarak, aynı anda hem Suriye’nin, hem Amerika’nın kara ordusu oldular: “Bundan sonra Suriye’nin toprak bütünlüğü için savaşacağız.”
Suriye’nin toprak bütünlüğü için savaştığını söyleyen bu midesiz tuhaf Marksist örgüt, “DEAŞ’e karşı savaşıyoruz” kamuflajıyla önce Suriye’yi parçaladı, şimdi de Türkiye’nin güneyinden toprak koparmaya çalışıyor.
Bugüne kadar (Kobani ve Tel Abyad’da oynanan tiyatroyu saymazsak) DEAŞ’a karşı savaşmadılar, savaşmıyorlar. DEAŞ’la kim savaşıyorsa, ona vuruyorlar... Bunun son örneği Münbiç’tir.
Hedefleri, Afrin ve İdlib üzerinden Akdeniz’e uzanan enerji/uyuşturucu koridorunu tamama erdirmekti ama sert kayaya tosladılar.
Rusya desteğini çekti.
O çok güvendikleri Amerika da, bölgedeki duruma ve güç dengelerine bakarak, yakında olmasa da, bir gün kararını gözden geçirecektir!