Mevcut intiba, Trump'ın aklına eseni twitter'dan yazdığı şeklinde. Sosyal medyayı ergen gibi kullandığı falan söyleniyor. Geçtiğimiz hafta sonu Alman basınında Trump'ın twitter performansı ile ilgili çıkan bir analiz tam tersini iddia ediyor. Trump'ın dün dediğini bugün yalanlayan, diplomasiyi hiçe sayan küstah tweet’lerinin sıkı bir stratejisinin olduğunu söylüyor. "Kısa, anlaşılır mesajlarla dünyayı iyiler ve kötüler olarak ikiye ayırıyor. Sosyal medyayı yalanlarını doğrulamak için mecra olarak kullanıyor. Uluslararası politikayı kişiselleştiriyor. Bir de twitter'ı 'pavyon fedaisi' gibi kullanıyor" demiş analiz.
Reklamın iyisi kötüsü olmaz mottosuyla bakıyor yani. Saygınlık gibi bir derdi hiç yok. ABD'nin katliamlarla dolu geçmişini ve bugününü "öteki Amerika"nın temsilcisi sayılan Obama gibi bir 'imaj' figürle düzeltmenin mümkün olamadığını da bildiğinden kasmıyor. 'Yumuşak güç' gibi dolaylı tahakküm araçları ile değil sert güçle, ekonomiyi silah olarak kullandığını dahi gizleme ihtiyacı duymadan konuşuyor.
***
Twitter'dan esip gürlüyor ama sonra hiç istifini bozmadan, söylediklerinin zerre miskal ağırlığını hissetmeden tam tersi adımlar atabiliyor. Son iki gündür şahit olduğumuz gibi...
Önce durduk yere, daha doğrusu Pompeo ve Bolton'ın Türkiye'ye yönelik tacizkar ifadelerinin devamı sayılabilecek ağır bir tweet savurdu. "Kürtler'e (PKK/PYD) saldırırlarsa Türkiye'yi ekonomik olarak mahvedeceğiz" dedi.
Trump bu tweet'le Suriye'de anlaşmazlık konumuzu daha da anlaşılamaz bir noktaya taşıdı. "YPG'nin PKK ile alakası yok" ve "Biz Suriye'de SDG ile işbirliği yapıyoruz. YPG, SDG içinde bir unsurdur" gibi bahanelerin arkasına sığınma gereği bile duymuyorum, demiş oldu. Dahası örgüt isimlerini bir kenara bırakıp doğrudan "Kürtler" demeye başladı. Türkiye'nin operasyon kararından sonra ABD cenahından gelen tüm açıklamalar "Türkiye'nin Kürtleri katletmesine göz yumamayız" şeklindeydi.
***
ABD'nin PKK'yı Kürtlerin temsilcisi sayması garabeti ya da kendisini terör örgütü PKK'nın müttefiki mesabesinde konumlandırması bir yana Türkiye'nin terör örgütüyle mücadelesini "Kürtleri katletmek" olarak adlandırması ve ekonomik olarak mahvederiz tehdidine bakıp sevinenler, Cumhurbaşkanı Erdoğan'la yaptığı telefon görüşmesinin ardından Trump'tan gelen yeni açıklamayla ters köşe oldu. Trump bu sefer de "DEAŞ kalıntılarına karşı son iki haftadır verdiğimiz başarılı mücadele ve 20 millik (32 kilometre) güvenli bölge dahil ilgili tüm meseleler hakkında nerede durduğumuzu aktarmak için Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan ile konuştum. Ayrıca ABD ile Türkiye arasındaki ekonomik gelişme hakkında da konuştuk, ki burada gerçekten genişleme için büyük bir potansiyel var" diyordu.
Terör koridorundan güvenli bölgeye
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 32 km'lik güvenli bölge talebinin, Suriyeli nüfusu Suriye içinde barındırmak ve sınırımızı çatışma ve illegal örgütlerin faaliyetlerinden uzak tutabilmek amacıyla ilk Türkiye'den geldiğini hatırlattı dünkü grup konuşmasında. Obama'nın başkanlığının ikinci döneminde Türkiye'nin ABD'ye karşı en çok tekrarladığı konuydu bu. PKK'yı palazlandırmak adına Türkiye'nin bu talebine Obama oralı olmadı. Trump ise Obama döneminden kalma Suriye politikasını komutanlarına varıncaya kadar değiştirmeden sürdürdü.
Kontrolün kimde ya da kimlerde olacağı konusu önemini korusa da bugün artık Türkiye'nin güvenli bölge talebi ciddi ciddi masada... Sınırımızda itibaren Suriye içine doğru 32 km alanı kapsayacak koridorda Türkiye'nin inisiyatif sahibi olmaması düşünülemez. Bunu çok iyi bildiklerinden, 20 mil lafı edildiğinden beri "Rojova devrimcileri" pek bir mutsuz.
"Rojova kantonu" dedikleri terör koridorunun yerini güvenli bölgenin alacak olması Suriye'de Türkiye'nin tezlerinin adım adım uygulamaya konulacağının işareti.