Bir erişkin psikiyatristi olarak çocukluk dönemi yaşantılarının kişinin ruhsal gelişimine etkisine her gün tekrar tekrar şahit oluyorum. Çocukluk dönemindeki kötü deneyimler gelişimimizi olumsuz etkilerken; olumlu deneyimler ruhsal gelişimimizi olumlu yönde besliyor.
Demeye çalıştığımı bir benzetme üzerinden anlatayım: Bir bitkinin kendiliğinden boyu 100 cm’ye ulaşıyor olsun. Eğer ışık, toprak, su, sıcaklık şartları kötü olursa 80 cm’de kalabiliyor. Eğer ışık, toprak, su ve sıcaklık şartları ideal halde olursa 120 cm olabiliyor. İşte büyüyüp geliştiğimiz aile, toplum, ülke ve dünya şartları bizi ışık, toprak, su ve sıcaklığın bitkiyi etkilemesi gibi bizim bedenimiz ve ruhsal halimizi etkiliyor.
Çocuğu travmadan korumak
Çocuk yetiştirmede esas mesele çocuğu cinsel, fiziksel ve duygusal travmatik yaşantılardan korumak. Çünkü travmatik yaşantılar zihnimizin yapısında hasar bırakarak bozuyor. Nasıl bir fırtına ağaçların meyvelerini koparıyor, dallarını kırıyorsa travmatik yaşantılarda zihnimizin nöron bağlantılarını etkiliyor, zihni bölüyor.
İşin kötüsü travmatik yaşantılara sebep olan anne/baba/kardeş/akrabalar deyince herkesin aklına “kötü”, “cani” kimseler geliyor. Bu kişilerin gazetelerin üçüncü sayfasına haber olan kişiler gibi algılıyoruz. Böyle kişilerin var olduğu bir gerçek. Ama çocukluk çağı travmalarını bir halk sağlığı sorunu haline getiren kişiler sadece bunlar değil. Daha büyük çoğunluğu çevresi tarafından “normal” olarak tanınan, bilinen insanlar.
Örneğin evde yangın olsa, içeride çocukları kalsa canı pahasına içeri girip çocuklarını yangından çıkaracak anne babalar çocuklarına öfkeli hallerinden dolayı zarar verebiliyorlar. Hayat şartlarından veya mizacından dolayı öfke patlaması yaşayan kişiler, öfkelendiklerinde çocuklarına şamarı patlatabiliyorlar. Şamarın ne zaman ve nasıl geleceğini bilememenin kaosu altındaki bazı çocuklar zihnini bölüp içlerinden canı acımayan bir çocuk yaratabiliyorlar. Bu canı acımayan ikinci çocuk zaman içinde kendini kesen veya anne babalarıyla acımasız kavgalar edebilen kişilere dönüşebiliyorlar.
Normalde çocuklara karşı cinsel arzusu olmayan, yani pedofilik olmayan ergen yaştaki diğer çocuk, kışkırtılmış cinsellik ortamında kendi kardeşine dokunabiliyor. Üstelik bu türden durumları gözlemleme becerisi olmayan evebeynler var olan işaretleri görmeyebiliyorlar. Sonuçta oluşan durumdan herkesin ağır zarar gördüğü bir hal açığa çıkıyor. Ama en büyük yara kendisine karşı cinsel eylem yapılmış çocukta kalıyor. Üstelik yaşamının seyrini değiştirecek, yaşam boyu kalacak bir iz ve acı.
Travmayı sıfırlamak mümkün değil ama azaltmak mümkün
İnsan doğası ve toplum yapısı ve dünya düzeninden dolayı travmaları tamamen sıfırlamak mümkün değil. Erkeklerin bir kısmı pedofilik. Bir kısmı cinsel olarak sapkın. Bir kısmı şiddete eğilimli psikopat. Sosyal kimlikler üzerinden çatışma yaygın. Dünya düzeni çatışmaya dayalı. Örneğin Suriye’de olup bitenler milyonlarca kişiyi/çocuğu travmatize etti. Travmatik yaşantıların olmadığı bir dünya ütopyadan ibaret.
Yine de sosyal müdahalelerle travmatik yaşantıları ve şiddeti sınırlamak ve azaltmak mümkün. Örneğin Kanada 1960’lı yıllarda %30’lara yakın kadına şiddet oranını %10’lu rakamlara düşürmeyi başardı. Toplumdaki risk faktörlerini azaltıcı müdahalelerle travma oranlarını düşürmek mümkün. Örneğin çocuk yetiştirmede iyi ve kötü uygulamaları açık ve net şekilde tanımlayıp toplum geneline yaymak, tacizin erken işaretlerini tanıyıp durdurabilmek becerisini toplum genelinde arttırmak, öfke kontrolü eğitimlerini toplum geneline yaymak, iyilik hali (wellbeing) eğitimlerini yaygınlaştırmak travmaları azaltıp iyi olmayı arttırabilir.