Son Milli Güvenlik Kurulu bildirisinde özellikle önemli iki vurgu vardı. Bir, Münbiç ve Fırat’ın doğusu ile Irak sınırları içindeki terör unsurlarına yönelik müdahale kararlılığı. İki, PKK, PYD, YPG, DEAŞ, FETÖ terör örgütlerinin ilk kez “proje örgütler” şeklinde tanımlanmasıyla proje sahibine suçüstü yapılması. Böylece ne PKK’nın Kürtlerle, ne FETÖ ve DEAŞ’ın İslam’la ilgisi olduğu vurgulanmış.
Tanım MGK bildirgesine yeni girse de halkımız çoktandır bunu böyle görüyor, böyle muamele ediyordu zaten. Ki teröre karşı yürütülen mücadeleye milletin en büyük desteğidir bu.
Peki ya bu örgütleri belli bir amaca matuf oluşturan ve kullanan odakların aynı amaçla kurup başımıza musallat ettiği proje partiler ne olacak? Onlarla kim nasıl mücadele edecek? 2019’a doğru siyasetin gündemi olarak gördüğümüz ve çoğu kez partiler arası polemiklermiş gibi yorumladığımız kasıtlı söylem saldırılarıyla nasıl mücadele edeceğiz?
2014’teki Cumhurbaşkanı seçimleri öncesinde saldırılar en az iki-üç yıl öncesinde başlamıştı, hatırlayın. PKK’nın Türkiye’ye zarar verme potansiyelini artırmak isteyenler PKK’yı öyle çok ziyaret ediyordu ki Kandil Brüksel kadar popülerdi. ABD, Erdoğan’ı kuşatmak için 7 Şubat’ta MİT müsteşarını gözaltına almaya kalkmıştı FETÖ görünümüyle. Sonrası çorap söküğüydü zaten; Gezi, 17-25 Aralık, Kobani, hendek terörü ve 15 Temmuz…
Suriye’de o tarihlerde PKK’nın adı PYD-YPG idi. Sonra ABD’nin talimatıyla SDG oldu PKK. Şimdilerde Sincar’a kaçan PKK’ya YPŞ diyor ve dünya bu yalana inansın istiyorlar.
PKK’nın kılık değiştirmesi gibi siyasi alanda da oldu benzeri bir değişim. BDP geri plana alınırken plan-proje gereği özerklik ilan edilecek bölgeler için DBP var edildi. HDP Türkiye’yi temsil iddiasıyla kuruldu. Bugünlerde CHP’li Özgür Özel’in dediği gibi HDP’nin gökkuşağı gibi renkli ve çoğulcu olduğu iddia edildi. Kürt taban üzerine, seçimlerde en fazla 0,03 gibi oylar alan partilerin temsilcileri yapıştırılmıştı oysa.
Böylece marjinal-kriminal yapı ve kişilerin merkeze taşındığı, kantinde konuşamayacak çapta isimlerin Meclis kürsüsünde saçmaladığı bir durumla da zorlandı Türkiye. Bugün HDP’den seçilen kimi isimlerin terörden yargılanmasının ve vekilliğinin düşürülmesinin ardında siyasi kamuflaj projesinin gün ışığına dayanamaması gibi bir gerçek de vardır.
Benzeri bir siyasi çalışmanın CHP’de yapıldığı da gözlemleniyor. Deniz Baykal’ın FETÖ’nün kaset kumpasıyla CHP genel başkanlık koltuğunu Kemal Kılıçdaroğlu’na bıraktığı 22 Mayıs 2010 tarihinden beridir, CHP o eski CHP değil.
2010 öncesinde Kemalizm adına ve siyasi miras gereği demokratik değişime direnen CHP halkın oyuyla iktidar olmak yerine iktidarın kendisine darbeyle teslim edilmesini bekleyen bir partiydi. Kılıçdaroğlu’nun genel başkan yapıldığı günden bu yana ise bir yandan “Mustafa Kemal’in askerleri” olma pozisyonu reddedilirken bir yandan da defedildiği günlere kadar yeni vesayet odağı olarak ortaya çıkan FETÖ yedeğinde iktidara yanaşma stratejisi izledi CHP.
Post-Kemalist dönem CHP için FETÖ hizmetinde olunan ve “birlikte iyi salladık” söyleminde vücut bulduğu gibi PKK ve diğer terör örgütlerine arka çıkma dönemi oldu. Topluma yaklaşıyor gibi görünen ama aslında marjinalleşen, iktidara talip olunan ama aslında kaldırım taşı söküp polise atmayı siyasi eylem zanneden bir anlayış hakim kılındı CHP’de.
Ve bütün bu süreçte Kemal Kılıçdaroğlu liderliğindeki CHP, FETÖ’yü hiç karşısına almadı. Bilakis millet ve devlet tarafından def edildiği yerde FETÖ’nün ruhu bu kez CHP görünümüyle aramızda vücut buldu. FETÖ’nün tezleri ve söylemleri, FETÖ’nün operasyonlarında rol almış isimler Kemalist seçmenin oyuyla CHP sıralarından milletvekili yapıldığı için CHP sözcülerince dillendiriliyor artık.
Geriye dönüp uzun bir liste çıkarabilirim, FETÖ-CHP ağız/eylem birliğini ortaya dökmek için. Ama anlatmaya da gerek yok, görüyorsunuz. Noktayı şununla koyayım ama: Kılıçdaroğlu’nun seslendirdiği “Erdoğan FETÖ’nün siyasi ayağıdır” söylemi Kılıçdaroğlu’nun değildir.