Geçen hafta sonu Orman ve Su İşleri Bakanı Sayın Veysel Eroğlu’nun ev sahipliğinde Afyonkarahisar’da düzenlenen “Anayasa ve Hükümet Sistemi Çalıştayı”na katıldım.
Moderatörlüğünü Gazi Üniversitesi Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Mehmet Şahin’in yürüttüğü çalıştaya Anayasa Komisyonu Başkanı Mustafa Şentop ve eski başkan Burhan Kuzu, AK Parti Genel Sekreteri Abdülhamit Gül, Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanları Mehmet Uçum ve Şükrü Karatepe ile Kamu Diplomasisi Koordinatörü Ali Osman Öztürk’ün yanı sıra bazı rektörler, STK temsilcileri ve kanaat önderleri katıldı.
Medya dünyasından ise yazarımız ve Açık Görüş Koordinatörümüz Halime Kökce, Yeni Şafak Yazarı Erol Göka ve bendeniz katıldık.
Üç gün aralıksız devam eden oturumlarda, taslağın mimarları bu değişikliğin gerekçe ve amacını açıkladı. Sayın Şentop, komisyon ve genel kurul sürecinden önemli ayrıntılar paylaştı. Sayın Kuzu ise ömrünün büyük bir kısmını uğrunda harcadığı Başkanlık Sistemi ve Özal’dan Demirel’e; Türkiye’yi yöneten her liderin neden “Başkanlık olmadan olmaz” noktasına geldiğini anekdotlarla aktardı.
Bu değişikliğin halka en isabetli biçimde nasıl anlatılabileceği tartışıldı.
Biz ise sahada hangi maddenin nasıl algılandığını ve eleştirileri aktardık.
Tam da o sırada genel kurul aşaması da tamamlandığından artık bu değişiklik teklifini daha yoğun tartışacağımız bir dönem başladı.
Bu sebeple ben de, bu değişikliğe neden ihtiyaç duyulduğunu ve “Hayır” veya “Evet”in, ne anlama geleceğini kendi zaviyemden iki bölüm halinde arz etmeye çalışacağım.
Sistem niye değiştiriliyor?
Parlamenter sistem bir “İngiliz buluşu”dur.
Uygulandığı ülkede iç ve dış kaynaklı manipülasyonlara imkan tanıyan bir yapıya sahiptir. “Yasama ve yürütmeyi halkın iradesiyle yöneten bir sistem” olarak takdim edilirse de fiiliyatta parlamento hükümeti asla denetleyemez. Gensorular sadece muhalefetin tribün şovundan ibarettir.
Bu sistemi uygulayan ülkeler, kendi eli ile devletin beynine “uzaktan kumandalı bir çip” yerleştirmiş demektir.
Amerikalılar, neden çok iyi bildikleri “ata yadigarı” parlamenter sistemi değil de, hiç denemedikleri başkanlık sistemini tercih ettiler acaba?
Çünkü bir süre sonra “İngiliz Anahtarı” ile cıvataları sökülen bir devlet istemiyorlardı.
Nitekim, Amerika’yı yöneten başkanların sayısını 4’le çarparsanız yaklaşık olarak ABD’nin yaşını bulursunuz. Türkiye’yi yöneten hükümetlerin sayısını da 4’le çarpın ve kaç yüz yıllık bir cumhuriyet olduğumuzu görün bakalım!..
Bendeniz bu ülkede, icraatı “devir-teslim, hayırlı olsun ve tekrar devir-teslim”den ibaret olan hükümetler biliyorum…
Bir ülke için savaştan sonraki “en büyük bela” olan koalisyon hükümetleri, parlamenter sistemin ağır travmalarından sadece biridir...
Oysa sadece bu bile; bizi yıllarca tökezleten bir Haçlı prangasıdır.
‘Güneş Motel’ bu sistemin ürünüdür
Koalisyon pazarlıkları çok çetin geçerdi. En çok bakanlığı kapmak bir hünerdi. Güvenoyunu sağlamak için ihtiyaç duyulan “anahtar” partiler bazen vekil sayısı kadar bakanlık isterdi.
Yine de yetmezse eksik kalan vekiller, diğer partilerden “bakanlık karşılığı” transfer edilirdi.
“Güneş Motel Olayı”bu tür “parlamenter sistem nimetleri”nin bir sembolüdür.
1977’de Ecevit 226’ya ulaşmak için eksik kalan sayıyı, 12 bağımsız milletvekili ile Florya Güneş Motel’deki pazarlıklar sonunda 11 vekile birer bakanlık vererek tamamlamıştı!
Milletin vermediği başbakanlık koltuğuna, parlamenter sistemin imkanlarını!) kullanarak ulaşmaya çalışan muhteris siyasetçiler bu işi yeni bakanlıklar ihdas ederek çözerlerdi!
Ben, “devlet bakanlığı” belasının 33’e kadar yükseldiğini hatırlıyorum. Her yeni bakanlığın, merkez ve il teşkilatlarıyla “minyatür bir devlet”, daha da beteri, yeni bir bürokrasi ve vesayet anlamına geldiğini de unutmayalım.
Gülmeyin ama sadece “hava durumu”ndan sorumlu devlet bakanlığı vardı. Yukarda bahsettiğimiz 11’lerden merhum Ali Rıza Septioğlu, “Meteoroloji’den Sorumlu Devlet Bakanı” idi. Hatta görevini; gökyüzü ve termometreden mülhem, “Hava ile cıva” diye tarif ederdi.
Bu sistemde istediğiniz hükümeti kurabilir, istediğinizi de yıkabilirsiniz.
Siyasi tarihimiz benzer örneklerle dolu ama yerim müsait değil.
Mesela “28 Şubat ve Yalım Erez” yazıp arama tuşuna basın bakalım ne çıkacak.
Halk seçti ama hiç ‘halkın’ olmadı
Merhum Erbakan’ın, Çiller ile nöbeti değişimi için Demirel’e iade ettiği başbakanlık görevinin, Mesut Yılmaz’da zuhur edivermesi de parlamenter sistemin bir cilvesidir!
Hatta bugünkü süreci yaşamamızın sebebi de, parlamenter sistemin elastikiyetlerini kullanma tüyosu alan CHP’nin, 2007’de AYM ve asker gibi yandaşlarıyla parlamentoda sahnelediği “367 entrikası”dır.
Bu güdümlü sistemin önemli bir arızası ise bürokrasimizin DP, AP ve ANAP gibi güçlü iktidar dönemlerinde, hatta AK Parti döneminde bile “milletin memurları” haline getirilememiş olmasıdır.
Netice itibariyle parlamenter sistem, özellikle Türkiye’de halkın, sadece oyuncuları seçtiği bir “vesayetler tiyatrosu”dur. Ne zaman “milletin parlamentosu” olmaya yeltenmişse, iç dinamiklerle veya 1960’ta olduğu gibi dış müdahalelerle tekrar “asıl yörüngesi”ne oturtulmuştur.
Kaldı ki bu tür entrikaların olmadığı dönemlerde de, bakanların; “seçmen baskısı”ndan kurtularak sadece milli hedeflere odaklanamadığı da bir vakıadır.
İlk defa yasama, yürütme ve bürokrasiye hakim olma fırsatı yakalayan milletimiz, bunu iyi değerlendirmelidir.
***
Bir sonraki yazımızda da “Referandumdan ‘Hayır’ kararının çıkması ne demektir, ‘Evet’ sonucu neler getirir?” bölümünü arz etmeye çalışacağız.