Almanya Yeşiller Partisi Eş Başkanı Cem Özdemir’in “Öyleyse biz de Taksim Meydanı’nda gösteri yapalım” sözlerini Deutsche Welle’nin internet sitesinde okudum.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı da ‘serin kafayla’ düşünmeye davet etti.
Özdemir, uzun süre öncesinden “Almanya’da başarılı bir Türk siyasetçi” profiliyle biz gazetecilerin uzun süredir takip ettiği, tanıdığı bir isim.
Buna dayanarak; Özdemir’in ‘serin kafayla’ düşünmeye ihtiyacı var.
Zira, Alman siyasetçiler, Almanya’da yapılacak seçimler öncesinde, örneğin Alman vatandaşlarının en çok yerleşik olduğu Alanya’da seçim kampanyası yapmak isterlerse buna bir engel yok.
Hatta böyle bir mitinge en çok Türk vatandaşları ilgi gösterirler. Enteresan bir deneyim olurdu bu onlar için. Bir o kadar da eğlenceli…
Ama Özdemir Taksim’de kime hitap edecek?
Türkiye’deki bir seçim veya referandum için ‘Alman siyasetçi’ olarak mı propaganda yapacak?
O halde, Erdoğan’ın Almanya seçimlerinde bir tarafın destekçisi olarak Brandenburg Kapısı önünde miting yapmasını da düşünmeli. Şundan emin olabilir; Erdoğan’ın desteklediği parti sadece 3 milyonu aşkın Türk’ün değil, 5 milyon Müslüman Alman vatandaşından önemli bir destek sağlayabilir. Alman siyaseti bunu değerlendirmeli!
Özdemir, ‘serin kafayla’ düşünürse, Türk siyasetçilerin Almanya’da yaşayan Türk vatandaşlarına, Türkiye’de sahip oldukları seçme-seçilme hakkını kullanabilmeleri için hitap ettiğini unutmaz.
Özdemir, “Türkiye'nin Rusya, İslamcılık ya da ultra-milliyetçilik’ yönüne kaymamasının Almanya'nın stratejik çıkarına olduğunu” söylerken de ‘serin kafayla’ bir daha düşünmeli.
Bunun için ‘çevresine’ bakması yeterli; hangi ülkenin/ülkelerin ‘ultra milliyetçilik’ ve ‘ultra din ayrımcılığı’ yönüne kaydığını pekala görebilir.
Asıl endişesinin Türkiye’nin değil “Almanya’nın stratejik çıkarı” olduğunu söylediğini fark edebilir.
Ardından da, “Türkiye'deki demokratları yalnız bırakmamalıyız” ifadesiyle, Türkiye’de iktidara yüzde 50 oy veren, Erdoğan’a da yüzde 60 oranında ‘güvenen’ ülkenin yarıdan fazlasını ‘demokrat olmamakla’ itham ettiğini anlar.
Tabii bunların dürüstlük, tutarlılık gibi ilkeleri varsa bir anlamı var.
Yoksa konuşmaları bu düzeyi aşmayacak.
***
Özdemir esasen Frankfurter Allgemeine Zeitung ağzıyla konuşmuş. Zira FAZ aynı şeyleri yazdı hafta başında:
“Yaşanan kriz Almanya ile Erdoğan arasında”dedi.
Bu,Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ‘yalnızlaştırmaya’ yönelik projenin parçası.
Türkiye’nin yarıdan fazlasına, “Erdoğan’ın arkasında durmaktan vazgeçin, Batı’nın baskısından kurtulun!..” baskısı.
Oysa kriz Almanya ile sadece Türkiye halkının yarıdan fazlası arasında değil Almanya ile Türkiye ‘devleti’ arasında.
Ve Türkiye halkı bunun farkında.
FAZ’daki yorumun -Özdemir’inkine benzer- şu cümlesi anlatıyor bunu: “Türkiye’nin Rus, Çin ve İslamcı çıkarların oyun sahasına dönüşmesi Batı'nın işine gelmez.”
Mesele Türkiye’nin değil, Batı’nın çıkarı!..
Serin kafa, tutarlı ve ‘şecaat arzederken sirkat söylememeyi’ de sağlar…
Türkiye’nin, bugüne kadar olduğu gibi Batı çıkarlarının oyun sahası olması için bütün çaba.
Ankara ise topun ve sahanın sahibi olarak, yedek kulübesinde oturmalı!
Oyuna da alınmamalı, ancak sürekli ısındırılmalı, ki ‘oynamıyorum’ da demesin!
Mesele bu.
FETÖ de, PKK da; terör de, darbeler de Türkiye’yi oyun kurucuların belirlediği rolde tutmanın sadece araçları.
Bazı ‘bağımlı’ siyasal, sosyal, akademik ve ekonomik çevreler de…
Görevleri iddialı oyuncuları-oyun kurucuları Batı ligine transfer etmek, olmuyorsa oyundan düşürmek.
FAZ onları, -Özdemir’i de aşıp- “Sesleri Cumhurbaşkanları tarafından bastırılan akıllı Türkler” diye tanımlamış.
Türkiye’nin yarıdan fazlasına ‘hakaret’ ederek!
***
Bugüne kadarki seçim ve referandumlar ‘iç siyasi rakipler arasında’ bir tercih oldu.
16 Nisan’daki anayasa referandumu Türkiye ile ‘kibirli Batı’ arasında bir tercih olacak.
Zira Türkiye artık ABD ve Avrupa iç siyasetinin de bir aktörü.
Bu yüzden anayasa değişikliğine ilişkin şu yorum çok önemli: “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, Türkiye’nin uluslararası alanda etkin ve güçlü temsilini sağlayacak.”
Türkiye 16 Nisan’da bir cumhurbaşkanı seçmeyecek, bir ‘cumhurbaşkanı profili’ belirleyecek.
Seçimi, 2019’dan itibaren yapacak ve “dünya liderlerinin masasına Türkiye’yi etkin ve güçlü temsil edebilecek” kişileri cumhurbaşkanı seçecek.
‘15 Temmuz’ Türkiye’nin bu seçimi yapabileceğinin kanıtıdır.