İmaretlerin toplumsal kurumların en önde geleni ve en hayırlısı olduğunu söylemeye gerek var mı? Sizin için olmayabilir de Kemal ağabeyim bilmiyordur belki, ona anlatalım izin verirseniz. Hani Osmanlı’da Meşrutiyet’e kadar hiçbir şey yoktu, halk açtı, perişandı demişti ya?
Medrese öğrencileriyle yoksul halka her gün sabah, öğlen ve akşam “etlisiyle sütlüsüyle, pilavıyla zerdesiyle yemek vermek için kurulan” yüzlerce imaretlerden en büyüğü ve önemlileri İstanbul’da Fatih camiinin yanındaki imarethaneyle Amasya, Edirne ve gene İstanbul’da II. Bayezid, Sultan Selim ve Sultan Süleyman, Şehzade imaretleri, Karapınar, Konya ve Şam’da biri Sultan Süleyman diğeri Sultan Selim’e ait imaretlerle, Üsküdar’da Mihrimah, Manisa’da Sultan Süleyman’ın validesine ait imaretler ve daha nice, sayısı yüzleri geçen binleri zorlayan imaretler ülkedeki öğrencileri, yoksulları, gelip geçerken uğrayan yolcuları doyuruyordu.
İmaretlerin boyutları onları kuranların servetlerine göre değişirdi. Elbette bir padişah imaretiyle vezir imareti arasında fark olduğu gibi imaretlerin kent, kasaba ve geçit yerlerinde yapımlarına göre “çalışanların sayısı ve bu kurumlara ödenen paranın miktarı değişirdi.”
Fatih Sultan Mehmet’in kurduğu çok geniş kapsamlı ve zengin imaret örgütü yüz yıllar boyunca sayısız öğrenciyi ve yoksulu doyurdu. Fatih İmarethanesi’nin katip, vekilharç, iki süpürücü, bir kandilcisiyle birlikte altı aşçısı, altı ekmekçisi, buhurdan temizleyicisi, iki bulaşıkçı, bir et hamalı, bir odun hamalı, çeşitli, hademelerle birlikte 37 çalışanı vardı.
İmarethanede sabah ve akşam olmak üzere iki kez yemek pişirilecekti. Sabah yemeği bolca yapılacak öğlen de isteyenlere verilecekti. Cuma geceleri dışında sabah/öğlen pirinç çorbası akşamları buğday aşı (yağsız, helmeli, suluca pişmiş buğday olup için de tuz yoktur. İçine tuz konursa çorba gibi içilir, şeker konursa da aşure gibi yenir); Cuma geceleri sabah buğday aşı ve akşam tane, zerde ve zırva pişirilirdi. (Zırva nişasta, şeker, kuru üzüm ve incirden olşan bir tatlı) Her sabah/öğlen ve akşam yemekleri için 320 okka koyun eti alınacaktı. Her gün pişecek buğday aşına yedi kile buğday, pirinç çorbasına da yedi buçuk kile pirinç verilecekti. Yine her gün altı yüz okka undan 3 bin 300 adet bir tür pide olan fodla yapılırdı. Her gün en az 40 sofra kurulur ve her sofraya bir lenger pilav, iki lenger et ve bol miktarda fodla dağıtılırdı.
Fatih imarethanesinde her gün bin beş yüz kişi yemek yerdi. Patlıcan, salatalık, üzüm ve soğan turşuları da eksik edilmezdi. Kabak zamanında kırk gün kabak tatlısı verilmesi de vakfiyede yazılıdır. (Uzunçarşılı. Osmanlı Tarihi Cilt II)
Bu imaretler gibi binlercesi vardı İmparatorlukta ve kimsenin aç yatıp aç kalkmasına izin verilmezdi.
Ya işte Kemal ağabey o pek bir şeye benzetemediğiniz Osmanlı’dan küçük bir kesit size. Padişahı da veziri de zengini de orta hallisi de yoksulu düşünür, ya imaret kurar ya da onlara yardım ederdi. Çünkü Osmanlı’da açlık hem ayıp hem de günahtı!