İngiltere, Fransa ve diğer sömürgeciler, Müslüman dünyasındaki çatlaklardan nasıl yararlandı?
100 yıl geçmesine rağmen Ortadoğu o yüzyılın yanlışlarını yaşıyor, bedelini hala ödüyor. İngiltere belgeleriyle Ortadoğuya bakan bir kitabı, kısmen alıntılar, kısmen de gözlemlerle üç haftadır anlatmaktayız. Robert Lieshout’un ‘Britain and the Arab Middle East, World War 1 and its Aftermath’ Britanya ve Arap Ortadoğu - 1. Dünya Savaşı ve Sonrası adlı kitabı, bugünün nasıl kurgulandığını gösteriyor. Kurgudan halen çıkılmış değil.
İngiltere gizli belgeleri ve diplomatik yazışmaları zaman zaman genel görüşe açılır ve ortalıkta çok sayıda belge ve kitap olduğu doğrudur. Bu kitabı ilginç kılan, Prof Lieshout’un bakışı. Yazar, belgeleri ve kitabı Sör Mark Sykes adlı bir asilzadenin gözlemleri ve mantığı üzerine oturtmuş.
Sör Mark, Ortadoğuyu cetvelle bölen Sykes-Pico’nun Sykes’ı... Mayıs 1916’da haritada paylaşımı yapıp, altına imzalarını atmışlardı.
1917 Temmuzunda Edwin Montagu, İngiltere’nin ‘Hindistan’dan sorumlu Dışişleri Bakanı’ olur. Sykes da Savaş Bakanlığının sivil işler genel sekreteridir ve ‘Ortadoğu uzmanı’ diye bilinir. Montagu’nun görev alanında Basra Körfezinden Yemen’e sömürge toprakları yer almaktadır.
Sykes da ‘acemi’ gördüğü Montagu’ya mektupla ‘şark dersi’ verir, önerilerde bulunur. 17 Temmuz 1917 tarihli mektupta Sykes, Doğunun neden geri kaldığını, Batının neden ‘’ileri’’ olduğunu, şöyle anlatır:
- Batıda Roma hukukundan gelen bir düzen fikri ve düzenin yetkilendirdiği bir otorite anlayışı var
- Ortaçağ Hıristiyanlığından başlayan fedakarlık ve kadınlara saygıya dayalı bir şovalyelik geleneği var
- 17. yüzyıl İngiliz felsefeci Bacon’dan kaynaklanan bilim ve reformasyon süreci, aynı zamanda maddi gelişme ve bireysel karar verme anlayışı var.
- Fransız Devriminden kaynaklanan demokratik anayasa kavramı var.
- Sykes, Doğuda ise coğrafi-sosyal şartlar yüzünden gerilik olduğunu, şu 3 nedenle iddia ediyor:
- Sıtma
- Harem anlayışı ve bunun sonucu olarak çocukların 6-7 yaşında yanlış cinselliklerle karşılaşması
- Düzensiz haneler, evler.
Prof Lieshout bu saçma sapan yoruma Bakan Montagu’nun ne karşılık verdiğini bulamadığını söyleyip, mealen şöyle devam ediyor:
SYKES PİCOT 1916 ANLAŞMASININ NİHAİ BÖLÜŞÜMÜ - FİLİSTİN’E DİKKAT
Bu saçma görüşler, Ortadoğu uzmanı sayılan ve bölgeyi parçalara ayıracak kadar yetkili bir İngiliz asilzadeye ait. Bu mektubu, ilk gören araştırmacı ben değilim. Sykes ve Ortadoğu üzerine araştırma için arşive giren herkes, bu mektubu görebilir. Ancak yayınlanan araştırmalardan hiç birinde bu mektuba atıf yok. Herhalde araştırmacılar, böyle saçma sapan mantığa sahip olmasını Sykes’a yakıştıramadıkları için mektubu yok saydılar...
Ama... diyor Lieshout, bütün saçmalığına ya da utanç verici olmasına rağmen, bu mektup temeldir, çünkü bu zihniyet ve bu anlayış İngiltere’nin Ortadoğu politikalarını belirlemiştir.
Bizce de Profesör haklı. Bu şekilde Doğu’yu aşağılık ve hakir görüyorlardı. Ancak bu hislerini hiç göstermeden siyaset yaptılar ve kazandılar. Osmanlıya karşı yerel nüfusa kurtarıcı rolü oynadılar, yerel ittifaklar kurdular, adam satın aldılar, ya da göreve hazır maşaları kullandılar. Üstelik farklı din ve kültürden geldikleri halde başarı sağladılar… Bu durum sadece İngiltere’ye has değil. Avrupa’nın bütün sömürgeci güçleri, Fransasını, İspanyasını ve Hollandasını da unutmadan, bu zihniyet ve yöntemlerle iş yaptılar, netice aldılar. Zihniyetin değiştiğini sanmıyoruz, belki şimdi yöntemler zamana uydurulmuştur.
Bir başlangıç olarak Basra
Suriye Fransızların alanıydı, ama Irak ve Basra Körfezi, Londra’nın gözdesiydi. İngiltere Osmanlıya savaş ilan ettikten 24 saat sonra denizden gelip, Şattül Arap ağzındaki Fao’yu işgal etti. 22 Kasım’da da Osmanlı direnişinin olmayacağını anlayıp Basra’yı işgal ettiler.
Basra’da esir alınan Osmanlı subaylarından biri Nuri Es Said idi. İlk sorguda Arap Milliyetçisi bir hareketi temsil ettiğini İngilizlere anlattı, ancak fazla ilgi çekmedi. Es Said, Aziz Ali El Masri ile de tanışıyordu.
İngiltere, Es Said’in kıymetini sonra değerlendirdi. İngilizlere yakın bir Irak Başbakanı oldu. 1958’deki Baas darbesi sırasında kadın çarşafıyla kaçarken yakalanması çok bilinir. Darbecilerce idam edildi. 1958 Darbesiyle Irak’ta Osmanlıdan sonra kurulan İngiliz destekli ‘Haşimi’ Krallığı bu şekilde sona erdi.
İskenderun’a çıkacaklardı
Ocak 1915’te Osmanlı’nın Mısır’ı işgale hazırlandığı varsayımıyla Kitchener, Arabistan yolunu tümüyle kapatmak için İskenderun’a İngiltere’nin çıkartma yapmasını planlar.
İngiliz iç yazışmalarında ‘Bölgede yalnızca Maruniler Fransa yanlısı. Diğerleri Fransa’yı sevmiyor. Biz çıkarsak, bütün Suriye memnun olur’ görüşü ağır basıyor. Ancak Suriye-Lübnan’ı isteyen Fransa’yı gücendirmemek için ve Osmanlı Kanal Harekatının başarısızlığı sonucu bu plan rafa kalkar.
Aynı sırada ise Kuzey’de Rusya, Boğazları ve Istanbul’u İngiltere-Fransa’dan ister. Fransa-İngiltere donanması Çanakkale Boğazına 19 Şubat’ta saldırır.
Satıldık... Diye ağlayanlar
Arap Ayaklanmasının başlangıcı Haziran 1916 dır. Kahire’deki Arap Masasından ‘Arap’ lakaplı ajan Lawrence, Aralık 1916’da çölde kabilelerin içine girip, tutamayacağı cömert vaatler vermeye, Osmanlıya saldırılar düzenlemeye ve Arabistan’ı kendi bildiği gibi parçalamaya başlar. Londra için ise nihai menfaat önemlidir.
İngiliz ordusu 1918’de Musul’un Kuzeyine ulaştıktan sonra Araplara verilip tutulmayan sözlerin faturası Lawrence’a kesilir, Arabistan’dan ‘kandırıldık’ çığlıkları yükselir... Bu ‘kandırıldık, satıldık’ sahneleri daha sonraları da bölgede aralıklarla tekrarlanacaktır.
Osmanlının subayından maşa buldular
İngiltere Arabistan üzerinden Osmanlıyı böl-parçala planını yerel maşalar üzerinden yürütecekti. Arabistan yarımadasındaki hesaplar Mekke Emiri Şerif Hüseyin ve ikinci oğlu Abdullah üzerine kuruldu.
Piyangodan da maşalar çıkıyordu. Osmanlı Ordusunun binbaşısı Aziz Ali El Masri, Bağdat’ta görevliydi. Arap Milliyetçiliği türküleri söylemekteydi. 9 Şubat 1914’te Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın emriyle tutuklandı. El Masri’nin kayınbiraderi, Kahire valisiydi. Vali, İngilizleri harekete geçirip kardeşinin kurtarılmasını istedi.
İngiliz kayıtlarına göre el Masri araştırıldı ve ‘Arap subaylar arasında yaygın olan, ancak gücü ve etkisi kuşkulu bir teşkilatın üyesi olduğu’ belirlendi. Teşkilat, Musul’dan Basra’ya uzanan ve Osmanlıdan kopacak ve İngiltere’ye yakın olacak bir devlet kurulması için çalışıyordu. Tarif sanki şimdiyi de anlatıyor.
Enver Paşa’nın tutuklattığı, idam sınırındaki El Masri, İngiliz girişimleri sonucu salıverildi. Sonra da gidip Lawrence’in kadrosuna girdi, Mekke Şerifi Hüseyin’in Osmanlıya saldıran ordusunu El Masri kurdu. Osmanlı binbaşısı, Osmanlıya kurşun sıktı. Osmanlıdan öğrendiği komitacılığı, çölde Osmanlıya karşı uyguladı.
El Mısri ya da ‘Mısırlı’ diye de bilinen bu binbaşı, Derne ve Bingazi’de Enver ve Mustafa Kemal Beylerle birlikte İtalyanlara karşı savaşan, Süleyman Askeri beyin yaverliğini yapan Aziz Ali El Mısri’den başkası değildi.
İttihat Terakki’nin önde gelen keskin fedailerinden biri olarak yola çıkmış, sonra Enver Paşa ile ters düşüp, Lawrence ve Emir Hüseyin’in saflarına girmişti. Sonraları Kahire’de hem Kral Faruk’un hem de Nasır’ın her devrin has adamı oldu. Süleyman Askeri beyin gözlemine göre, Osmanlıya ve üniformasına sadık birisi değildi. Bir yoruma göre sınıf arkadaşı Enver’in nazır olmasına, kendisinin de binbaşı kalmasına öfkelenip, yoldan çıkmıştı.
İttihat Terakki’nin Ortadoğu’ya yabancılığı ve kopukluğu, Londra’nın gözünden kaçmamıştı. Ortadoğu’ya atanmış İttihatçılar yerel halka tepeden bakıyordu, kültürden kopuktular, sevilmiyorlardı. Zaten gözleri de sadece Paris’in Londra’nın uzak ışıltılarını görüyordu. Sosyal ayrımcılığı, asiller-sefiller ayrımcılığını en iyi yapan, sömürge arazisinde ırkları halkları tabaka tabaka ayıran İngiltere bile, yerel halkla daha iyi anlaşmaktaydı. İngiltere zaten bu oyunu iyi oynadığı için kazandı. Yerel halka onlar en tepeden ve ikrahla bakıyorlardı, ancak hissettirmiyorlardı.
Sömürgeci beyaz adamın hangi psikolojileri kullanarak milyonlara hakimiyet sağladığı, ayrı bir konudur. Osmanlı idaresinin İttihatçılardan önce yerel halkla kaynaşıp kaynaşmadığı da tartışılabilir, ama baktığımız yer: 1912 ve sonrası Ortadoğu. Ve o ortamda, oyunu iyi oynayan kazanıyordu.