Ortadoğu’da yaşanan çalkantı bir yandan tarihsel fay hatlarının kırılmasına zemin hazırlıyor, diğer yandan patlamaya hazır potansiyel ayrılık noktalarına kıvılcımlar saçıyor.
Obama dönemi ABD yönetiminin Suriye ve Irak’ta sergilediği ikircikli tutumlar Rusya’yı tekrar bölgede etkili bir aktör haline getirirken, İran’ın nüfuz alanlarının da genişlemesine sebep oldu.
Belli ülkelerde örgütsel vekâletlerle devam eden siyasi nüfuz mücadeleleri son gelişmelerle yerini devletlerarası çatışmalara bırakma istidadı taşıyor.
Tüm bu çalkantı halini analiz etmek hiç kolay değil; afaki yorumlar, komplo teorileri yanında herkesin gözü önünde ve bağıra bağıra gelen açık savaş riskleri de var.
Yapılan afaki veya muhtemel bir kısım yorumlara baktığımızda şu tür değerlendirmeler görüyoruz:
“ABD, Suudi Arabistan’daki siyasi tasfiye operasyonlarıyla Suudi Arabistan’ı sadece Yemen değil, Lübnan ve İran’da da sıcak çatışmalara sokmak istiyor.” Bu yorum, Ortadoğu’da tahmin edilemeyecek karışıklıkların patlak verebileceği kaygısını da beraberinde getiriyor. Suudi Arabistan’ın başını çektiği bir Arap bloğunun İran ve ilişkili ülkelerle karşı karşıya gelmesi bölgeyi daha uzun yıllar istikrar ve huzurdan uzaklaştırır.
“ABD, İran’ı baskılamak, Şiiliği yaygınlaştırmak istiyor.”Bu yorum afaki gibi görünebilir. Ancak şu bir gerçek: Obama döneminde ABD hangi ülkeye neşter vursa Şiilik orada patlama yaptı, Şii örgütler nüfuz kazandı. Irak ve Suriye bunun en yakın örneği. ABD ikili oynayan Maliki’ye her türlü siyasi gücü aktarmaktan geri durmadı. Körfez ülkelerinde de kayda değer bir Şii nüfus var. Buralara neşter vurulması mezhepsel fay hatlarını yine harekete geçirebilir.
“ABD, silahlı radikal örgütlerin dayandığı selefi anlayışı tasfiye etmeye çalışıyor.”Bu yorum da çok su götürür. Ancak şu husus da hissedilmiyor değil: ABD El Kaide, Taliban, DEAŞ gibi örgütlerin selefi anlayıştan güç aldığını düşünüyor. ABD yönetimine yakın çevrelerde Sünnilik yerine Şiiliğin daha kendilerince kontrollü yapılar üretebileceğini düşünenler var. Özellikle son günlerde yaşanan operasyonları, Selefi/Vahabi anlayışı tasfiye veya dönüştürme gibi bir amaca bağlayanlar da var. Bu yorum tabii ki, İslam aleminde zihniyet dünyasına dönük bir operasyon gibi bir görüntü ortaya çıkarır. ABD’nin ise daha somut ve siyasi iktidarlara yönelen hedefler peşinde olduğu görülüyor.
Tüm bu yorumlar afaki veya değil tuhaf ve riskli tablolar önümüze koyuyor.
Türkiye böyle bir çalkantı içinde mezhepsel bloklaşmalara ve devletlerarası çatışmalara uzak duracak bir tarihi birikime sahiptir; komşuları arasında tercih yapmak veya tahriklere kapılmak yerine sağduyuyu esas alarak ‘sorun çözücü’ roller üstlenecektir.
Türkiye bugüne kadar Filistin sorunundan Lübnan krizlerine kadar birçok konuda ‘arabulucu’ şekilde katkılarda bulunmaya, sorunların serinkanlılıkla çözülmesini sağlamaya çalıştı.
Türkiye’nin İslami anlayışlar, mezhepler, ekoller arasında durduğu yer de itidal’i yansıtır. Taassup, kategorik reddiye, düşman olarak görme gibi marjinal tavırlar Türkiye Müslümanlığında kolay kolay yer bulamaz. AK Parti iktidarı döneminde de önceki dönemlerde de Türkiye vasat üzerinden bu meselelere bakmaya çalışmıştır.
Yeni dönemde ortaya çıkan selefi anlayışların ürettiği rijit tavırlar ve her yolu mübah gören anlayışlar da hiçbir zaman Türkiye Müslümanları arasında ciddi bir etki yapamamıştır. Hatta Avrupa ülkelerinden radikal silahlı örgütlere katılım daha fazla olmuştur.
Türkiye’nin hem İslam tecrübesi, hem laiklik üzerinden yaşadığı tecrübe bölgede tahrik edilen çatışmalar açısından da, kimi örgütlerin dayandıkları hastalıklı ideolojiler açısından da kendisi açısından büyük bir şans olarak görülebilir. Türkiye’nin bu şansı, gerilim yaşayan ülkelerin krizlerini aşmada değerlendirilmesi gereken bir fırsat olarak ortaya çıkabilir.