Kemal Kılıçdaroğlu’nun 15 Temmuz gecesi Bakırköy belediye başkanının evinde çekilmiş bu fotoğrafları dün yeniden gündeme geldi.. O gece kimse kimseyi yapmadıklarından dolayı suçlayamaz ya da yargılayamaz.. Kimin hangi saikle nasıl hareket ettiğini bilemeyiz.. Kılıçdaroğlu’nun bu kadar eleştirilmesinin nedeni geceyi bir evde geçirmiş olması değil.. O eve işgal altındaki havaalanından, tankların arasından gelmiş olması.. Yani belki böyle bir durumla evdeyken karşılaşmış olsaydı, “oraya karargâh kurmuş strateji üretiyor” diyebilirdik... Ama İstanbul’a indiğinde bir kalkışma ve onu bastırmak için sokaklara dökülmüş halkı gördüğü halde eve gitti.. Bakın şimdi 400 kilometre yol yürüdüğü için “Genel başkandı, lider oldu” diye yazıyor CHP medyası... Oysa lider olabileceği tarihi fırsatı kendi elinin tersiyle ittiğinin resmidir bu gördüğünüz.. Havaalanı darbeci teröristler tarafından işgal edilmiş.. Vatandaş darbecilerin karşısına dikilmeye başlamış.. O vakit orada olan tek siyasi parti başkanı Kemal Kılıçdaroğlu.. CHP’li, AK Partili, MHP’li fark etmez.. Kim olduğunun önemi yok.. “Yürüyün arkadaşlar durduralım şu alçakları..” dediğinde kitleleri konsolide edecek güce sahip.. Ne olabilirdi ki o gece orada?.. Ne gelebilirdi Kılıçdaroğlu’nun başına en fazla.. Şehit edebilirlerdi.. Vatan uğruna canını vermiş olurdu.. Ama canıyla bir demokrasi tarihi yazardı bu millete.. Varlığıyla yapamadığını şehadetiyle yerine getirmiş olurdu.. O ne yaptı?.. Kontrollü sıvıştı kaçtı gitti belediye başkanının güvenlikli evinde sabahladı.. Tarihi fırsat ayağına gelmişti.. O tepti.. Şimdi kendi arkadaşları bu resmi servis ediyor ki, yanlışlıkla Maltepe mitinginde biraz prestij elde ettiyse onu da kaybetsin diye..
Darbe ne fena bir şey!
Bir yazarın 15 Temmuz gecesi, televizyon binasında olduğu halde inatla ekrana çıkmadığı yazıldı o günlerde.. Kanalı biliyorum.. Yazarı da.. Türkiye’de sivil siyasetin tahkim edilmesi, darbeler döneminin bir daha açılmamak üzerine kapanması misyonuyla ortaya çıkan bir STK’nın en etkili ismiydi.. Bütün yazı hayatı bunun üzerine bina edilmişti.. Ülkeyi ‘Asker’ değil ‘sivil’ yönetsin diyorlardı arkadaşlarıyla birlikte... Haftalık düzenli yayınına çıktı.. Yorumlarını yaptı.. Temiz bir İstanbul akşamından hamasi nutuklarını attı her zamanki gibi.. Havanın puslanmaya başladığı, artık gerçek hikayenin yazıldığı söylendiği anda ise kendini stüdyonun dışına attı.. Artık olmayan bir tehdit ve tehlike üzerine havanda su dövülmeyecek, gerçek bir durum karşısında sahici sözler söylenecekti.. Televizyonda pozisyonlar belirlendi.. O saatte orada kalan yorumcular millete gerçekleri anlatmak üzere mikrofonlarını takıp kamera önüne geçtiler.. Ama hayatını darbelerin ne fena bir şey olduğunu anlatmaya adayan bu genç ve sivil kardeşimiz ortadan kayboldu birdenbire... Programın yapımcısı kendisini bulup da; “Yayına çıkmayacak mısınız” dediğinde, “İngilizce tweet’ler atmam lazım, çıkmayacağım..” dedi.. Bir saat sonra yani artık işgal girişimi ve sivil direniş iyiden iyiye görülmeye başlandığında yapımcı bir kez daha gitti yanına.. Bir kez daha rica etti yayına katılmasını.. Bir mesaj vermesini.. Ama o bir kanepeye kıvrılıp uyumayı tercih etti.. Sabah olup da darbe püskürtüldüğünde kanalın arabasına atladı ve evine doğru yola koyuldu.. Sonra köşesinden darbenin ne fena bir şey olduğunu anlatmaya devam etti, ediyor..