Herkes gibi ben de ağladım. Neslican Tay’ı bir yılı aşkın süredir sosyal medyadan takip ediyor ve çektiği acılara rağmen pes etmeyişine, ‘an’a kıymet veren yaşama sevincine tanıklık ediyordum.
Zamanla tanıklıktan öte tanışıklığa, arkadaşlığa benzer bir duygu da gelişti bende, sosyal medya getirilerinden biri sanırım. Kesilen bacağının yerine takılan protezle yeniden ayağa kalkmasını, hayata karışmasını, başka hastalara umut ve bilinç aşılarken sağlıklı insanlara hayatın ve sağlığın kıymetini hatırlatmasını hep saygıyla, minnetle karşılardım.
Üç kez yendiği kansere dördüncü kez yakalandı Neslican. Tedavi yöntemlerini, vücudunun verdiği tepkiyi, hastalığın nüksedişini, hissettiği acıyı milyonlarca seveni gibi ben de son kez ondan dinledim. Umudu ve mücadele azmi hala diriydi. Gülümsedi. Işık ışıktı yüzü.
“İnşallah” diyordu son videosunda ama olmadı ne yazık ki. 21 yaşında hayatını kaybetti Neslican.
Ailesi başta olmak üzere onu seven herkese başsağlığı diliyorum. Güzel kaybımıza Allah’tan rahmet, hastalıklarla mücadele eden tüm kardeşlerime de acısız ve kalıcı şifalar diliyorum.
Neslican’ın ardından tüm Türkiye aynı duyguda birleşti aslında, ardından ağladı. Ölümün yakıcılığını, yakınlığını, sevginin ve merhametin yaraları iyileştirmedeki gücünü herkes az çok anladı.
Birkaç kendini bilmezin yorumu dolaşıma girmeseydi eğer, Neslican’dan geriye kalan ortak duygu çok daha lekesiz olacaktı. Lütfen buna izin vermeyelim. Kimliği belirsiz sosyal medya manyaklarının çirkinlikleri topluma aitmiş ve yaygınmış gibi sunulamasın. Bu güzel topluma haksızlık olur çünkü.
Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın ölüm ve sekülerlik üzerinden yaptığı yorumu Neslican Tay’ın vefatının ardından ve onu anarak paylaşmasını ise kendisi adına talihsiz buldum. Sonradan izah getirmeye çalışsa da nafile. İnsan psikolojisi uzmanı olup da insandan ve halden bigane kalmak bu olsa gerek.
Öğretmen çocuğu öğrenciler ne yapsın?
Birkaç öğretmenin olduğu bir ortamda daha önce duymadığım bir sorundan haberdar oldum. Yaşamadan bilenemeyecek bir şey aslında.
Şöyle ki öğretmenler, yeni sisteme göre Kasım ve Nisan’da yapılacak birer haftalık ara tatillerde ne yapacaklarını şimdiden kara kara düşünüyorlar. Zira öğretmenler Bakan Selçuk’un açıkladığı gibi ara tatilde çalışacaklar ama öğrenci olan kendi çocuklarını ne yapacaklar?
Okula yanlarında götüremezler. Okul yönetimleri şimdiden kuralı ilan etmiş, katı şekilde uygulanacak diye öğretmenleri uyarmış. Bu durumda bir haftalığına da olsa yaz okulu benzeri yerlere yazdıramazlar çünkü böyle organizasyonlar yokmuş.
Görev yaptıkları şehirde çocuklarını emanet edebilecekleri akrabaları, tanıdıkları, güvendikleri bir komşuları da yoksa –ki öğretmenler görev yerlerine tayin yoluyla giderler ve genelde bu şehirler daha önce yaşamadıkları, dolayısıyla tanıdıklarının olmadığı şehirlerdir- o çocuklara ne olacak? Aile büyüklerini davet etmek ya da çocuğu anneanne, babaanne yanında göndermek de bu kısa süre için hiç mümkün görünmüyor.
MEB’in açıkladığı son istatistiklere göre Türkiye’de okul öncesi eğitim, ilköğretim ve ortaöğretim düzeyinde toplam 18 milyon 860 öğrenci var. Öğretmen sayısı ise 1 milyon 77 bin 307.
Öğretmen çocuklarının sayısına ve çocukların yaşlarına ilişkin bir veriye ulaşamadım. Kestirmeden bir hesapla -her öğretmenin çocuğu olmayabilir, olanın tek olmayabilir ya da yaşları evde yalnız bırakamayacak kadar küçük olabilir- karşımıza çıkan rakam hiç ihmal edilebilir değil. Tahminen 500 bin öğretmen çocuğu öğrenci Kasım ve Nisan ayındaki ara tatillerde anne-babaları işteyken nereye gidecek?
Çözümü sorduğum öğretmenler “gidecek yer alternatifi olmayan öğretmen çocukları için okullarda nöbet sınıfları oluşturulabilir” dediler. Benden iletmesi. Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk Bey’e ve MEB yöneticilerine duyurulur.