Bir ara “mırıltı” halinde konuşuyorlardı: “Eski AK Parti’yi özlüyoruz.”
Sonra bunu siyasi bir iddiaya dönüştürdüler.
Bu işe bir zamanlar, CHP tarafından “çatı Cumhurbaşkanı adayı” yapılmak istenen eski bir yöneticimiz öncülük ediyordu...
Eski AK Parti çok iyiymiş...
Parti ne zaman ki kuruluş ilkelerini terk edip “hamasi politikalara” saplanmış, başımıza bu işler gelmiş.
Hangi işler?
Herhalde 15 Temmuz’la sonuçlanan sistematik ele geçirme ve işgal girişimi kast ediliyor.
Demek istiyorlar ki, AK Parti fabrika ayarlarına ve eski reformcu kimliğine dönebileydi, başımıza Gezi, MİT TIR’ları hadisesi, 17/25 Aralık tertibi ve 15 Temmuz gelmezdi.
Nitekim böyle şeyler yazdılar.
Eski Başbakana başdanışmanlık yapan bir zat, “Mayıs ayında Başbakan değişmeseydi, 15 Temmuz yaşanmazdı” diyerek, hem aidiyetini ve bağlantılarını ele vermiş, hem de danışmanlık yaptığı kişiyi zor durumda bırakmıştı.
Mahut “fabrika ayarları” düşüncesinin bayraktarlığını yapan eski yöneticimiz de (Başbakanlık, Dışişleri Bakanlığı, Cumhurbaşkanlığı yapmıştır), “İç işlerinizi düzene sokmazsanız, darbe ve işgal kaçınılmaz hale gelir” diyerek, zımnen 15 Temmuz’u meşrulaştırmıştı.
Demek ki, bütün kabahat “yeni AK Parti”de...
Dolayısıyla, Erdoğan’da.
Darbecilerin hiç kabahati yok.
Hele, FETÖ’ye lojistik desteği sağlayan Amerika’nın hiç kabahati yok.
Peki, bir de “eski AK Parti”ye bakalım.
Nesini özlüyorlarmış?
Görelim...
Evet, “eski AK Parti”nin birtakım yasalar çıkarmaya istekli görünmesi ve “Avrupa Birliği’yle müzakereler” çerçevesinde peş peşe uyum yasaları çıkarması “özlenecek haller” arasında sıralanabilir ama o AK Parti’ye “reformcu” demek pek hakkaniyetle bağdaşmıyor.
Bilakis AK Parti, “reform” sayılabilecek asıl düzenlemeleri 2011’den sonra (“fabrika ayarları” tesmiye edilen halden çıktıktan sonra), yani kimi liberaller ve Fetullahçılar nezdinde “özlenmeyecek parti” haline geldikten sonra gerçekleştirdi.
İnanç ve düşünce özgürlüğü 2011’den sonra sağlanabildi.
Başımıza tebelleş olmuş “vesayet kurumları”, 2011’den sonra etkisiz hale getirilebildi.
IMF’yle işimiz 2011’den sonra bitti.
Birtakım yasaklar (“Kürtçe yasağı” da buna dâhildir) 2011’den sonra kaldırıldı.
İç Hizmet Yasası, 2011’den sonra değiştirildi.
Devletin kılcallarına sızmış FETÖ, “cürümleriyle” birlikte 2011’den sonra fark edildi ve “tasfiyeler” bu dönemden sonra başlatıldı.
El konulmuş azınlık malları 2011’den sonra sahiplerine iade edildi.
Hülasa, 2011 yılına kadar, biraz da zorunluluktan (çünkü geleneksel vesayet odakları ve darbe cuntaları sürekli müdahale tehdidinde bulunuyordu) AB’yi arkasına alarak ortada top çeviren AK Parti, asıl “reformcu” kimliğine 2011’den sonra kavuştu. Ve “hedef” haline geldi.
En pespaye AK Parti eleştirileri, “diktatör” kampanyaları, Gezi’ler, 7 Şubat’lar, MİT TIR operasyonları, “Türkiye DEAŞ’a silah gönderiyor” tezviratları, 17/25 Aralık’lar, 15 Temmuz’lar, AK Parti gerçek anlamda “reforma” yöneldiği ve bağımsız bir ülke gibi davranmaya başladığı (savunmasını güçlendirdiği, büyük altyapı projelerini hayata geçirdiği) için devreye sokuldu.
İlginçtir, başdanışmanın (ve bir önceki Cumhurbaşkanının) özlediği “eski AK Parti”yi, bugün Batı ülkeleri ve “Fetullah kapatması” liberaller de özlüyor.
Ne ilginç, değil mi?