Seçim dönemleri, sadece siyasi rakipleri değil, ‘karşıda’ görülen her grubu yenme güdüsünün hakim olduğu dönemlerdir.
Kazanma hırsı ve öfke öne çıkar.
Karakter kavgada belli olur.
İç politikada da, dış politikada da…
Şu anda Avrupa’da, Amerika’da olan bu.
Avrupa’daki yabancı karşıtlığı giderek en yoğun yabancı nüfusa Müslümanlar’a karşı bir kutuplaşmaya neden olmuştu; 11 Eylül 2001’de ABD’ye yönelik terör bunu keskinleştirdi, İslam’la savaşa dönüştürdü.
Siyasetçiler de ‘İslami terör’ veya en hafifinden ‘İslamcı terör’ gibi isimlendirmelerle bunu meşrulaştırdı.
Yeni milliyetçilik olarak başlayan bu akım,‘etnik’ ayrışmayı aşarak ‘dini kutuplaşmaya’ ulaştı.
Bugün ABD Başkanı Donald Trump bir yandan Meksikalı göçmenlere karşı çıkarken, diğer yandan ve daha geniş ve daha sert bir ‘Müslüman karşıtı’ cephe oluşturuyor.
Fransa ve Almanya’da da ‘göçmenler’den ‘Müslüman göçmenlere’ doğru genişletilen bir ‘cepheleşme’ var.
Avusturya, Belçika, Hollanda hatta İsviçre de aynı sürecin içinde.
Bu akım, farklı ‘milliyetçilikleri’ İslam karşıtlığında bir araya getiriyor.
Bunun bir adı var: ‘Haçlı ittifakı’.
Müslümanların, Türklerin bu tehlikeli anlayışla muhataplığı bin yıl öncesine dayanıyor.
Sadece onların değil, o dönem Kudüs yolu üzerindeki Ortodoks Hıristiyanlar ve Yahudiler’in de… (Ayrıca Kudüs’e yönelik 10 Haçlı Seferi’nden başka, Avrupa’da Katolik olmayan halklara yönelik 4 Haçlı Seferi’ daha yapılmıştı.)
Bu nedenle, Müslümanlar, Türkler kadar, bu ‘hedef’ halklar da bugünkü ‘tehlikeli akım’dan endişeli.
En çok da, Hitler Almanyası’nda soykırımla karşı karşıya gelen Yahudiler.
İsrail’de yayınlanan Haaretz gazetesi, Trump'ın ‘kutsal savaş’ istediğini yazdı önceki gün: “Trump savaş istiyor. Ama herhangi bir savaş değil. Hristiyan ve beyaz olanlar dışındaki herkesi hedef almak istiyor.”
Yazıda, Trump’ın başdanışmanı Stephen Bannon’ın 2014’te Vatikan'da yaptığı konuşmada, “Çok kanlı ve acımasız bir savaşın eşiğindeyiz. Kilise ordusu kurmak zorundayız. Bunu sadece inancımızı savunmak için değil, bizden olmayan herkesle savaşmak ve 2 bin yıldır gördüğümüz bu saçmalıkların kökünü kurutmak için yapmalıyız” sözleri hatırlatıldı.
***
Oysa, hem aradan geçen bin yıl, hem de Avrupa’daki demokratikleşme süreci ‘haçlı zihniyeti’nin gücünü yitirdiği algısını oluşturmuştu.
İslam dünyası ve Türkiye’de de bu algı büyük ölçüde yerleşti; belki daha doğru bir tespitle, ‘öyle olduğunu kabul etmeyi’ tercih etti. Öyle ki, Türkiye’nin AB’ye alınmamasında ‘haçlı zihniyeti’nin etkili olduğu söylemi hep bir ‘iddia’ düzeyinde kaldı, ‘komplo teorisi’ olarak tepki gördü. AB anayasasına “Avrupa’nın Hıristiyan kökleri”ne vurgu yapılması girişimine rağmen…
Ancak bugün ABD Başkanı’nın başdanışmanı ‘2 bin yıllık hesap’tan bahsediyorsa ve Yahudilerin alarm zilleri çalıyorsa, dünyanın ciddi bir sorunu var demektir.
İyi tarafından bakarsak;
Bu tehlikeli akımın karşısında sadece Müslümanlar ve Yahudiler yok. ABD ve Avrupa’nın son bin yıllık müktesebatına sahip çıkan geniş bir kitle var.
Bir de ‘Faymonville’ örneği.
Faymonville, Belçika’nın Liège kentine bağlı bir köy. Tek bir Türk’ün yaşamadığı ‘Türk köyü’. Rivayete göre, köy halkı bir Haçlı Seferi'ne katılmayı reddettiği için ‘Türk’ adı takılarak dışlanmış. Onlar da bundan gocunmamış, ki bugün futbol takımlarının adı ‘Turkania’dır; her yıl Şubat ayında Türk bayrakları ve Türk giysileriyle festival yaparlar. Köylüler, Hitler ordusunun, köyün girişinde Türk bayrağını görmesi üzerine köye girmediklerini anlatır.
‘Neo Haçlı zihniyeti’nin başarı veya başarısızlığını, sadece ‘güzel ahlak’ ve ‘insanı yaşatmak’ üzerine kurulu medeniyeti temsil eden Müslümanlar değil, Batı’daki ‘demokrasi’ düşüncesi ve Faymonville tavrı belirleyecek.
Türkiye, bin yıl önceki ‘sefer’leri durduran ve Faymonville köylülerine ilham kaynağı olanların mirasçısı olarak, tarihin tekerrür etmemesi için ‘neo-Haçlı’ akıma karşı bu ‘devlet dışı müttefikler’i değerlendirmeli.
Zira tarih tekerrür ederse, yine bu topraklarda tekerrür edecek.