Geliş gayemizi unutunca dünyevî her şey önceliğimiz oldu. Bir ev almak, araba almak, makam mevki sahibi olmak vs. kadar 2 rekât namaz kılmak, zikretmek, murâkabeye dalmak bizleri heyecanlandırmıyor.
Kalbî ve fikrî zafiyetten doğan eksikliklerimiz bizi inancımızdan uzaklaştırıyor. Benzememiz gerekenlere benzemeye ve en kötüsü de, benzememiz gerekenlerden nefret etmeye başlıyoruz. Kimbilir belki de onların aynasında kendi rezilliğimiz görmekten, vicdanımızı avutmak adına kendimize söylediğimiz yalanları bizlere hatırlattıklarından mütevellid kızgınlığımız, nefretimiz…
Bu dünyaya gelmemizin tek sebebi var: Allah’a kul ve Resûlü’ne (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ümmet olmak... Bunun ötesi yok; bu kadar basit!.. Ne yapıp yapmayacağımızı da Allah kitabında bildirmiş, Resûlü aracılığıyla da göstermiş. Aslında ne kolay bir imtihandayız. İstenilenler söylenmiş ve gösterilmiş bizden de aynısını yapmamız talep ediliyor. Burada zorluk ne?
Eskiden suçu nefsimize atardık ama artık direk dine atıyoruz. Veyahut hocalara, âlimlere… “Din yorgunluğu” diye bir saçmalık da uydurdular. Sanki geçmişte hiç kötü âlimler, söylediğini yaşamayan hocalar, din satarak para kazananlar yokmuş da yeni çıkmışlar bu sebepten de insanlar, hususiyetle de gençler dinden uzaklaşıyormuş. Dünyevî şeylerin kötüsünü görüp de iyisinden vazgeçeni hiç gördünüz mü! Göremezsiniz, çünkü dünyevî mevzularda hep daha iyisi aranır, daha iyisini elde etmek için fedakârlıklar yapılır. Lâkin mevzu din olunca, dünyevî metâyı elde etmek için gösterilen gayretin milyonda biri gösterilmez. Neden?..
“Dünyaya meylimiz arttı, biz dünyaya dalınca çocuklarımız da bizleri takip ederek dünyanın dibine indiler ve ne din kaldı ne diyanet” diyeceklerine, sosyolojinin çok sevdiği kategorize etmenin arkasına sığınıp “Din yorgunluğu” diyerek işin içinden çıkmaya çalışıyorlar.
Gençlere sabahlara kadar teheccüd namazı mı kıldırıyorsunuz da çocuklar yoruluyor! Yoksa hergün oruç tutturup bir de üzerine cihad meydanlarına mı gönderiyorsunuz!.. Tabiî ki hiçbiri!
Hadi hep beraber itiraf edelim: Günah yorgunuyuz… Dünyalığın peşinde koşmaktan yorgunuz…
İnternet başında sabahlayıp sabah namazı ezanını duyduğu hâlde kılmayıp yatağa giren ve akşam ezanında uyanıp nargile kafeye koşan ‘Müslüman genç’ nasıl din yorgunu olabilir! Her şerre aklı eren ama iş ibadete gelince binbir bahane sayan (Bakın buna da kafaları çalışıyor!) gençleri kimse mâzur göstermesin!
Hem kendimizin hem de çocuklarımızın yediği haltlara bahane bulmaya çalışmayalım. Allah’ın bizden istediği belli... Allah’ın ve Resûlü’nün emir ve yasaklarına uyuyor muyuz uymuyor muyuz? Ne kadar sade, yalın bir sual; denklem yok, formül yok, bilinmeyen sayı yok… Her sıkıntımızın, her hastalığımızın cevabı bu soruda... Çok basit bir soru ama cevabı oldukça zor!..
Allah’ın rızasını kazanmak için geldiğimiz dünyada savaşımız “öz nefsimizle”. Her ne yaparsak yapalım gaye bu olmalı. Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun hayata dair şu çerçevelemesine dikkatinizi çekerim: “Biz sebepte de, neticede de, gayede de, hedefte de bütün insan faaliyetlerini toplayıcı mihrak noktası olarak, kişinin kendi öz nefsiyle savaşını görüyoruz.”
Cenk meydanında savaşırken de, makam koltuğunda otururken de, ev araba alırken de gözetilmesi gereken hedef, öz nefisle savaş… Bu hedeften saptığımızdan, sırtımızdaki şeytanı taşımaktan bîtap düştük!..
Mevzu bu kadar basit!..