Binali Yıldırım Bey’in İstanbul adayı olmasının, dünya siyasî tarihinde bir örneği yok.
Avrupa’da belediye başkanlığından devlet başkanlığına gelmenin, ABD’de senatörlükten başkan olmanın örnekleri var. Ama Başbakanlık yapmış, Meclis Başkanlığı yapmış bir siyasinin, belediye başkan adayı olmasının örneği yok.
İlk bakışta tuhaf bir durum var. Şaşılacak, garipsenecek, alışılmadık bir örnekle karşı karşıyayız.
İki esaslı soru var.
1. Binali Yıldırım neden aday yapıldı?
2. Binali Bey, adaylık teklifini neden kabul etti?
İlk sorunun cevabından başlayalım.
31 Mart mahalli seçimleri, yerel seçim olmanın çok ötesinde bir anlam taşıyor. Cumhur İttifakı partileri bu seçimi bekâ meselesi olarak görüyor.
15 Temmuz darbe girişimi gibi bir ihaneti yaşadık. FETÖ denilen hain örgüt, Haçlı zihniyetinin ürünü bir projenin organizatörü olarak iç savaş ve vatanın parçalanması ihanetine soyundu.
Millet bu saldırıyı şehitleri, gazileri ile göğsünde söndürdü. Çanakkale ruhu yeniden doğdu. Particilik ikinci plana atılarak Cumhur İttifakı gerçekleşti. Ve 24 Haziran 2018 seçimleri ile Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçildi.
Amma başta CHP, HDP, İyi Parti ve Saadet Partisi bir başka ittifak kurdular. Erdoğan düşmanlığının motive ettiği bu ittifak, FETÖ’ye bizler gibi bakmıyor. “Kontrollü darbe”, “tiyatro” algıları ile şer ittifakının yanında yer alıyorlar. 31 Mart seçimlerini; yeniden her türlü komplo, kriz, milletvekilliği pazarlığı, vesayetin hükümetler kurup hükümetler yıktığı Parlamenter Sisteme dönüş için bir fırsat olarak görüyorlar.
Burada da düşürmeye çalıştıkları kale, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı.
İstanbul düşerse, Cumhur İttifakı’nın sarsılacağını, erken seçim için bir kaos döneminin başlayacağını hesaplıyorlar.
İşte bekâ meselesi dememiz bu yüzden.
Demek ki İstanbul’u Cumhur İttifakı’nın kazanması hayat memat meselesi...
Erdoğan ve AK Parti kurmayları için 31 Mart’ın en önemli sorusu işte bu yüzden, “kim aday olursa tereddütsüz kazanırız” sorusuydu.
Bu sorunun cevabı olarak Binali Yıldırım isminde ittifak edildi. “Zillet ittifakının oyunu, ancak Binali Bey ile bozulur” dendi.
Binali Bey, içimizden birisi. Mütevazı, kendisiyle barışık, vefa timsali bir siyasetçi... AK Parti kurucularından. Kimileri gibi yollarda kalmamış, yolunu şaşırmamış, nefsine yenik düşüp başka yollara sapmamış. Başarıları kendinden bilmemiş. Ferdî hareketlerle AK Parti tabanını çıldırtmamış bir takım oyuncusu.
Binali Bey, bir görev adamı. Çalışkan, gayretli. Siyasî hayatı bir başarı hikâyesi… İstanbul için biçilmiş kaftan…
İkinci sorunun cevabını verelim.
Hiç örneği olmayan bu teklifi hadi Binali Bey’e yaptınız ama bunun kabulü öyle kolay değil ki.
Siyasî muarızlar, Erdoğan düşmanları bir sürü tezvirat yapacaklar. “Hiç başbakanlık yapmış halen Meclis Başkanı olan birisine belediye başkanlığı teklif edilir mi? Edilse bile bu teklif nasıl kabul edilir” diye dedikodu kazanlarını kaynatmaya başlayacaklar. Hemen başladılar: “Protokolde valinin arkasında nasıl duracak, gelen bakanları havaalanında nasıl karşılayacak?”
Hepimiz nefis taşıyoruz.
Pekiyi bu zor karara Binali Bey nasıl evet demiştir?
Bekâ meselesini, sorumluluğun ne olduğunu en iyi o biliyor. 15 Temmuz’da Başbakan olarak sesini yükseltti, dik durdu.
“Zor zamanlarda görevin, makamın küçüğü büyüğü olur mu” demiştir.
“Gel deniyorsa, ihtiyaç var deniyorsa, millet, vatan, bayrak, devlet söz konusu ise ‘aşağı inmek, yukarı çıkmak’ da ne demek? Vazifeden kaçılmaz, bize yakışmaz…” demiştir.