Bütün mesele, bir “sonradan görme” Yozgatlının, ömrünün son demlerinde Atatürkçülüğü ya da Kemalizm’i keşfetmesi, bu ideolojiye başkalarını yakıştıramaması...
Mesele bu!
Bir “Atatürkçülük tartışması” yapmıyoruz.
Dolayısıyla, Ardan Zentürk abimizin bize sil baştan Kemalizm’i öğretmesi gerekmiyor.
Kemalizm ya da Atatürkçülük konusundaki düşüncelerimi daha önce çok yazdım.
Kemalizm, günümüz dünyası için fazla “anakronik” kaçsa da, kendi dönemi içinde (Kemalistlerin hoşlanacağı ifadeyle söylersek) “çağdaşlaştırıcı” bir işleve sahipti. Hem çağdaşlaştırıcı, hem Batılılaştırıcı, hem de modern dünyaya yaklaştırıcı bir düşünce pratiği...
Bir “düşünce pratiği” olması hasebiyle de, görece gevşek bir ideolojiydi.
Kemalizm’i Marksizm’den ya da sıralamadaki “izm”lerden ayıran da (kimilerine göre ‘en üstün dünya görüşü’ kılan da) bu gevşek ideolojik yapısıdır. Nitekim Mustafa Kemal, “Niçin düşüncelerinizi doktrinleştirmediniz?” sorusuna her defasında şu cevabı vermiştir: “O zaman donup kalırız...”
Zaten Kemalizm’i dondurma/dinselleştirme çabaları da (“Kadro hareketi” vb.) süreç içinde sonuçsuz kalmıştır.
Bunu “altı ok” denilen şeye bakarak da anlayabiliriz.
Mesela “devletçilik” ilkesinin Kemalizm'e yamanması ve bir muhkem-i kaziyye olarak görülmesi, hem adına Kemalizm denen öğretiye aykırıdır, hem de topluma yeni hedefler göstermiş Mustafa Kemal'e haksızlıktır.
Kemalizm’in bir muhkem-i kaziyye olarak görülmemesi gerektiğini, Mustafa Kemal'in pratik uygulamalarına bakarak da anlamak mümkün.
Evet, “Büyük Dünya Krizi” (20’lerin sonundaki ekonomik buhran) konjonktürel olarak devletçiliği (devletçi ekonomiyi) zorunlu kılmış, birileri de uyanıklık edip bunu oklardan birine isim yapmıştır ama, Mustafa Kemal için devletçilik “geçici” ve “arızî” bir uygulamadan başka bir şey değildir.
Nitekim katı devletçi ve otarşi yanlısı İsmet Paşa'yı, sırf devletçi (ve merkezî ekonomiyi önde tutan) tutumu yüzünden görevden azletmiş, tercihini daha “liberal” olarak bilinen Celal Bayar'dan yana kullanmıştır.
Bayar'ın Başbakanlığa getirilmesiyle devletçi ekonomiden yarı-karma ekonomiye ve nihayet kısmî liberal ekonomiye geçilmişti. Devletçiliğin, daha doğrusu merkezî ekonominin güç kaybettiği bir dönemdir bu: Hür teşebbüs artık devlet yatırımlarına ortak olabiliyor, kamu iktisadi teşekkülleri sermaye yapısını serbest girişimcilere açabiliyordu. (“Cumhuriyet Apartmanı” adlı naçiz çalışmamda bu süreci tafsilatıyla anlatmıştım ama nasılsa “reklâm yapıyor” deyip okumayacaksınız.)
Demek ki, Kemalizm'in Marksizm'le benzeşen ve kendisini “katı doktrin” kılan bir yapısı yokmuş; aynı zamanda dönüştürülebilir (çağa uyarlanabilir) bir “gevşekliğe” sahipmiş.
Fakat asıl soru şu: Kemalizm, kendilerini “Kemalist” olarak tanımlayanlar tarafından nasıl algılanıyor?
Murat Belgeşöyle yazmıştı: “Başlıca özelliği Batılılaşmacılık olan Kemalizm, bugün Batı düşmanlarının en güçlü ideolojik silahı olarak kullanılıyor. Gene başlıca özelliklerinden biri topluma zorlu bir değişim seferberliği hedefi göstermek olan Kemalizm, bugün Türkiye'de var olan en muhafazakâr ideoloji haline getirildi.”
Bunda doğruluk payı var.
Kemalistlerin “Kemalizm” algısı hep sorunlu oldu.
Fakat yine de (kendi dönemi içinde işlevsel olsa da) çağını tamamlamış (ve toplumda travmalar oluşturmuş) Kemalizm’le işimiz olmaz!
Hele, üç yıl öncesine kadar 10 Kasım’larda “saygı duruşunda bulunmadığını” ballandıra ballandıra anlatan Yozgatlıların Kemalizm’iyle hiç işimiz olmaz!