NATO Parlamenterler Asamblesi Sonbahar Genel Kurulu, bir dizi tartışmanın açığa çıkmasına, bir kez daha vesile oldu. Her ne kadar tartışmalar daha çok Türkiye ile ilgili idiyse de, bunun tüm katılımcılar açısından üzerinde düşünmeyi gerektirecek öğrenme süreçlerine katkı sağlayacağı umulabilir.
Bazı parlamenterlerin Türkiye’ye yönelik en temel eleştirileri, 15 Temmuz sonrasında alınan önlemlerin niteliği ile ilgiliydi. Kabul etmek gerekir ki, söz konusu eleştiriler sadece bu kurumdaki bazı parlamenterlerin görüşünü yansıtmıyor; Dünya’nın bir çok yerinde benzer görüşleri paylaşan çok sayıda siyasi ve ondan daha düşündürücü olan, çok sayıda toplumsal kesim var.
Yanlı ya da değil, kasıtlı ya da safiyane, her ne nedenle olursa olsun NATO içinde Türkiye’nin geleceği dert ediliyor ise, bu yaklaşıma olumsuz bakmamak gerekiyor. Günümüz koşullarında belki Türkiye’yi şu ya da bu iradeye sevk etmek için bu eleştiriler bir baskı unsuru olarak kullanılıyor olabilir. Ancak, sonuç itibariyle NATO müttefiklerinin daha demokratik bir Türkiye görme arzularının olduğu söylenebilir. Zira NATO içinde güçlü üye ülke olmak, sadece ordu gücüyle var olmak anlamına gelmiyor; bu güç aynı zamanda ekonomik ve siyasi olarak başkalarına referans olabilme yeteneğine de dayanıyor.
NATO’nun işlevi
Parlamenterler Asamblesi’nde ele alınan, daha ziyade ele alınması Türkiye tarafından zorlanan konu ise, NATO’nun işlevini yitirip yitirmediği konusu.
Hatırlanacağı gibi Trump, seçim kampanyası sırasında NATO’ya gerek olmadığını, Rusya’yı hedef alan politikaların abesle iştigal olduğunu ileri sürmüştü. Ayrıca, Rusya’yı çevrelemek adına atılan adımların mali yükünü ABD’nin çektiği, esas koruma isteyen Avrupa’nın ise elini daha fazla cebine atmadığını söylemişti.
Trump’ın NATO’nun Avrupalı müttefikleri hakkındaki yaklaşımına itiraz etmek mümkün değil. Ancak, Rusya’nın askeri anlamda caydırıcılığa tabi tutulmaması halinde neler olduğu ortada. Ukrayna’dan başlayıp Suriye’ye kadar ilerlemeyi başardı ve bu sürece izin verdiği için de en fazla ABD suçlandı.
ABD’den medet umarken NATO’yu daha etkin kılma konusu defalarca tartışılmış olmakla birlikte, NATO sadece Doğu Avrupa’daki Rusya ilerlemesini durdurma faaliyetiyle yetindi. Sanki Rusya’nın Doğu Avrupa’yı Kırım benzeri bir biçimde ilhak etmeye niyeti varmış gibi.
Yeni vizyon ihtiyacı
Rusya, Bulgaristan örneğinde olduğu gibi, “kendi yanlısı iktidarlar” peşinden giderek NATO’yu ve aslında AB’yi zaafa uğratma stratejisi uyguluyor. Belki Türkiye’ye yönelik eleştirilerin zemininde de bu konu vardır.
Eğer Rusya endişesi büyüyor ise ve NATO insani politikalar ve rejimlerin geleceğiyle giderek daha fazla ilgileniyor ise, o zaman Suriye konusunda etkili olmak durumunda. Suriye sorununu az ortaklı bir koalisyona devredip geriden izleyen, Ukrayna meselesini AB’ye havale edip “vize serbestisi” gibi adımlarla geri kalan Ukrayna’yı kurtarma siyasetine destek veren, Suriye’den göçen insanların mağduriyet konusunu güvenlik konseptlerine dahil etmeyen bir NATO söz konusu.
Bunu, tüm NATO üyeleri de farkında. Sorun şu ki, daha etkin NATO’ya kimsenin itirazı yok ama bu etkinliğin bedelini ödemeye kimse razı değil.
Belki çözüm, NATO’nun bir “Batı” ittifakı olmaktan çıkıp BM kararlarını, ama epeyce değişmiş bir BM’nin kararlarını uygulayan bir yapıya dönüşmesinden geçiyordur. Daha somut vizyonlar geliştirmeyen NATO, sadece Putin Rusya’sının güçlenmesine hizmet edecek gibi gözüküyor ve tam da bu nedenle Parlamenterler toplantısındaki tartışmalar çok yararlı olabilir.