Berlin’de toplanmışlar... Konu, “Mutabakata dayalı katılımcı sivil bir anayasa nasıl oluşturulur?”
Önce toplananlardan bahsedelim.
Baş rollerde Cengiz Çandar... Hani, “elde kala kala TSK kaldı” diyerek darbe siparişinde bulunan liberal.
Ki, kendisi “Wolfovitz’in arkadaşı” olmakla övünmektedir.
Diğer katılımcılar da şunlar:
Ragıp Duran, Barbaros Şansal, Ahmet Nesin, Ferhat Tunç, Mustafa Altıoklar, Hayko Bağdat, Prof. Ahmet İnsel, Prof. Eser Karakaş, Turgut Öker, CHP milletvekili Ali Şeker, HDP milletvekili Mithat Sancar...
Bitti mi? Hayır...
İlaveten Can Dündar...
Hadi yukarıda isimlerini sıraladığım kişiler, iyi kötü bir varlığa işaret ediyor... Kimi, kendi alanında saygın otorite bile sayılabilir...
İyi de, Can Dündar nedir?
İyi kötü bir “varlığa” (yahut bir “değer”e) işaret eden aydınlar bu durumu garipsemediler mi, “ahlaken tefessüh etmiş Can Dündar da nereden çıktı?” diye sormadılar mı? Ya da niçin sormuyorlar?
Bundan bir süre önce, “Namuslu bir Gezi’ci aranıyor?” diye bir çağrıda bulunmuştum. Namuslu bir Gezi’ci çıkmadı.
Bu çağrımı, “Namuslu bir muhalif aranıyor?” diye tekrar etmek istiyorum (yukarıda sıraladığım isimlerin tümü bu çağrıdan mesuldür):
Gezi Parkı provokatörü Can Dündar şu an “Batılı istihbarat örgütlerinin kılavuzluğunda” Avrupa başkentlerinde dolaştırılıyor.
Ülkesini kötülemesi karşılığında verilmiş “barınma” imkânını kullandığı için (bir diğer ifadeyle Amerikan bayrağını yorgan yapıp uyuduğu için), ele geçirilmesi zor görünüyor...
Fakat ortada Türk entelijansiyasını da yakından ilgilendiren bir durum var.
Bunu konuşmak zorundayız.
MİT TIR’ları kumpasının velut gazetecisi Can Dündar, sorgusu sırasında, savcının “Bu silahların DEAŞ örgütüne gönderildiğine dair elinizde bilgi var mı?” sorusuna, “Hayır, elimde bir bilgi yok” diye cevap vermişti.
Bir diğer ifadeyle, kendisinden beklenmeyen bir dürüstlük sergilemişti.
Dürüstlük, Edirne sınırını geçinceye kadarmış.
Şimdi “dolaştırıldığı” başkentlerde, “Evet, o silahlar DEAŞ örgütüne gidiyordu” diye açıklamalar yapıyor.
Daha doğrusu, şerefsizce yalan söylüyor.
Bir tek muhalif aydın da çıkıp, “Tamam, maksadın gazetecilik yapmaktı... Tamam, o belgeleri yayınlamakla çok iyi ettin. Tamam, cesur bir gazetecisin... Tamam, cesaretinin bedelini ülkenden uzak kalmakla ödüyorsun... Tamam, dibine kadar mağdursun... İyi de birader, neden yalan söylüyorsun?” diye sormuyor.
Can Dündar’ın “yalancılığı”, muhalif aydınlar için ciddi bir sınavdır.
Hiçbiri bu sınavdan yüz akıyla çıkmadı... Çıkamadı...
Can Dündar, Gezi döneminde Halk TV’ye bağlanıp, “Polis Taksim’de katliam hazırlığı yapıyor, annelerinin kucağından çocukları zorla alınıp götürülüyor. Oğlum kayıp... Oğlumu bulamıyorum... Validen yardım istedim; o da çaresiz olduğunu söyledi...” diye ortam kızıştırdığında (savcının ifadesiyle, provokasyon yapıp halkı galeyana getirdiğinde) susmuşlardı.
Hiçbiri “yalancılığı” itiyat edinmiş bu arsızlık numunesine gerekli tepkiyi göstermemişti.
Hiçbiri, meseleye “ahlak”tan ve asgari bir “namus”tan bakmamıştı. Susmuşlardı...
Onlar da çok iyi biliyordu ki, polis Taksim’de “katliam hazırlığı” yapmıyordu. Bilakis çapulcu takımının molotof kokteyllerine (katliam hazırlığına) karşı halkı ve kamu araçlarını korumaya çalışıyordu. Hiçbir annenin kucağından çocuğu zorla alınıp götürülmemişti. Üstelik Can Dündar’ın “kayıp” dediği oğlu kayıp değildi, Ankara’da annesinin yanındaydı.
Baştan itibaren hep aynı şeyi savundum.
Burada bir “meslek tartışması” yapmıyoruz.
Konunun “ifade özgürlüğü”yle de bir alakası bulunmuyor...
Kaldı ki, kimse Can Dündar’ın ifade özgürlüğünü kullanmasından rahatsız değil.
Ben değilim mesela...
Üstelik bu zatın, “ifade özgürlüğü” çerçevesinde karıştırdığı haltları bildiğim ve bunları “gazetecilik çabası” olarak görmediğim halde...
Mesele, “namus” meselesi...
Namuslu bir insan, yalanı yüzüne vurulduğunda çıkıp özür diler. Ne bileyim utanır, yüzü filan kızarır... Hatta o yükü taşıyamıyordur, gider intihar eder.
Bu arsızlar, provokasyonları ellerinde patladığı halde, hiçbir şey olmamış gibi nefes almaya devam ediyorlar ve bir de yabancı istihbarat örgütlerinin kucağına oturmuş, Türkiye’ye “anayasa” önerisinde bulunuyorlar!