Çocukken seyrettiğimiz filmlerde, okuduğumuz kitaplarda – özellikle Kemalettin Tuğcu'da – çok sık geçerdi 'namus' kelimesi. Namuslu bir adam dendiğinde; işinde, gücünde, helal lokma derdinde, evine, ailesine sadık, onların geçim derdini omuzlamış, mahallelinin 'abi, amca' dediği, akrabalık-komşuluk hukukunu bilen, yoksula, hastaya, yetime dert ortağı bir adam anlatılırdı bu filmlerde... Namuslu bir kadın dendiğindeyse çoğu kez eşi gurbette, hapiste ya da vefat etmiş olsa bile, eksiğini gediğini kimseye kolayca açmayan, alnının teriyle çocuklarına bakıp, ele güne muhtaç etmeden, namusunu şerefi bilen, namusunu hayat tarzı edinmiş, ahlaklı, iyi yürekli, evlatlarına, anne-babasına, kardeşlerine düşkün, bir kadın tipi çizilirdi, o ''abla'' olurdu, ''anne' olurdu o çok sevdiğimiz filmlerde ve kitaplarda... Namuslu esnaf olurdu, çırak yetiştiren, ona evladı gözüyle bakan, fakir fukaranın hakkını koruyan... Namuslu işçiler, namuslu şoförler, namuslu öğretmenler, yargıçlar, polisler görürdük, okurduk çocukluğumuzda...
90'lara kadar namus kelimesi, değerli bir anlamlar dünyasına işaret ederdi. Şimdilerde ana-babalar çocuklarını nasıl ki yüksek kariyer için yetiştirmek istiyorlarsa, 30-35 yıl öncesine kadar ailelerin evlatları için düşledikleri, dua ettikleri, çaba sarfettikleri en hakiki zemin, onların şeref sahibi, namuslu, dürüst insanlar olmasıydı...
Biz namusu unuttuk, yerine kariyeri koyduk.
..................................................
Prof. Dr. Ergün Yıldırım, alakayla takip ettiğim bir akademisyen. Son yıllarda aile ve toplumsal gelecek konulu çalışmalarıyla kaleme aldığı makaleler, dersler, sempozyum notları ve kitaplarla adeta bir başvuru adresi niteliği aldı değerli emekleri. Beyan Yayınlarından çıkan, ''Sufi Sosyoloji' ve 'Ailenin İhyası' adlı kitapları, yeni uyanışlara vesile olacaktır, inşallah...
Ailenin ihyasında, ''namus' bahsinde söyledikleri çok sarsıcı geldi bana... Gazali, Kınalızade, İbni Sina, İbni Miskeveyh, Nasiruddin Tusi gibi alimlerin görüşlerine de atıf yaparak ve onların kavramsallaştırmalarını güncelin de süzgecinden geçirerek, çok dikkatli, özenli, hepimizin istifade edeceği bir çalışma ortaya koymuş... Ailenin kurucu ilkeleri olarak; nikah, muhabbet, mahremiyet, namus, adalet başlıklarını kapsamlı olarak ele almış. Metafizik (bendeniz tevhidi demeyi tercih ediyorum) ve sosyolojik yönleriyle, asrımızda bizleri kuşatmış, insana ve aileye has buhranları, nasıl çözebiliriz sorusuna cevaplar arayan bir eser olmuş...
Son zamanlarda aile çerçevesinde okuduğum eserlerde, 'namus' kavramının bu kadar özenli bir dille ele alındığına rastlayamadığım için ayrıca dikkatimi çekti. Yazar, namus kelimesinin günümüzde ne kadar ''başa dert açıcı'' bir kavram haline getirildiğini bilerek kaleme almış bu bahisleri ve bir tür soy kütüğü çalışması yapmış bu kelime üzerinden... Platon'un ünlü eseri 'Devlet'te, devlet yöneticisine 'nomos koyan' veya ''nomos sahibi' dediğini hepimiz hatırlarız, İbni Rüşd Endülüs'te bunu o günün lisanına çevirirken, 'namus koyan' olarak çevirmiş. Hukuk normlarının tümüne, ''umur-u namus'' denirmiş. Kavram; toplumu, kenti (yani devleti) ayakta tutan kanun anlamına gelmektedir. Dolayısıyla namuslu insan da, hukuka, kanuna, nizama uygun hareket etmeyi idrak eden, bu sorumluluğun bilincindeki insan anlamına gelmektedir.
Bu bakış açısıyla; Devlet de, toplum da, aile de, şahsiyet de namusa uygun oldukları sürece ayakta kalırlar, 'ya devlet başa, ya kuzgun leşe' derken atalarımız, devletçiliğe has holiganlık yapmak için, durduk yerde türetmemişlerdir bu sözü. Devlet, yani normatif anlamda namus koyan ve namusa sahip çıkan bir düzen olmadığı sürece, millet de memleket de her türlü taarruza açık hale gelir anlamında sarfedilen bir atasözüdür... Nitekim Prof. Yıldırım; Tevrat'ta Tora'nın, Türklerde törenin aynı içerikte olduklarını ve namus anlamını taşıdıklarını söylüyor.
Namus kelimesinin yaşadığı dramatik değer kaybediş kronolojisinde ise, 'namus-töre cinayetleri' adlandırmasının önemli bir kavşak olduğuna dikkat çekiyor yazarımız. Gerçekten de; İstanbul Sözleşmesi ve bağlı olarak yapılan kanuni çalışmalarda, AB'ne uyum çerçevesinde, kes-kopyala-yapıştır olarak alıp kabul ettiğimiz kavramlardan birisi bu; namus cinayeti... Halbuki; ister gelenekçilikten, isterse aşiretçilikten kaynaklansın, vicdan taşıyan herkesin karşı çıktığı kadın cinayetlerini, namus cinayeti olarak addedince, namus gibi çok değerli bir kavramın sırtına kapkaranlık bir pelerin geçiriyoruz, namusu kriminalize ediyoruz, namus dilimizden düşüyor, sözlüğümüzden çıkıyor, hafızalarımızdan siliniyor...
İslam'da kadın, kadın tarihi, İslam'da kadın hakları, kadın-erkek arasında eşitlik, adalet, işbirliği, dayanışma gibi konularda binlerce sayfa okumuş, yıllarca zihin yormuş, sivil aktiviteleri omuzlamış, yüzlerce sayfa yazmış birisi olarak, kendimizi kendi kavramlarımızla anlayabilmenin, anlatabilmenin epey zor olduğunu biliyor ve bu konuda zihin yoran-yoracak arkadaşlarımı bekleyen büyük itina yükümlülüğünü farkında olarak söylüyorum: Bizi kendimize Batı'nın gözüyle baktırtan self-oryantalizme düşmek kaygısıyla vicdanlarımızın titremesi gerekiyor.
Bir toplumun namusunu, yani aklını, yani onurunu kirletmek için oynanan, bin bir zehirli oyun var... En sinsi olanıysa kelimler ve kavramlar yani dil üzerinden kurulan redd-i miras girişimleri. Bu bir tür hafıza kaybı, soy kütüğünden kopuş çünkü...