Herkes DEAŞ’la mücadele ediyor; bu, en tartışmalı konu olmakla birlikte, en tartışılmayan konu olmayı sürdürüyor. Irak ve Suriye’de DEAŞ’la mücadeleyi sürdüren çok sayıda oyuncu var. Rusya, Suriye’de rejim güçleriyle birlikte öncelikle havadan mücadele veriyor; İran güçleri de kara ve hava operasyonlarında dolaylı-dolaysız yer alıyor.
Öte yandan ABD, hem Irak hem de Suriye’de hava güçleriyle DEAŞ mücadelesi veriyor; Irak’ta Fransa Suriye’de de Türkiye ile operasyonlar yapıyor.
Bu genel manzara, çok geniş bir alandaki meydan muharebesinde, her bir devletin adeta bir tabur gibi çalıştıkları dev bir koalisyonun DEAŞ’la savaştığı izlenimini veriyor. Ama öyle değil.
Rusya, Türkiye’nin bölgedeki varlığına itiraz etmiyor; ancak ÖSO’nun “Sünni” kimliğini sakıncalı görerek Halep gibi kritik merkezlere yaklaşıldığında bu birliklerin geride durmalarını ya da lav edilmelerini tercih ediyor. Bunun nedeni ileride rejim güçleriyle masaya oturacak grupların etkisini şimdiden azaltmak. Öte yandan aynı Rusya, PYD’nin Türkiye’nin canını sıkmasından da çok rahatsız değil; silahlı Kürt grupların Türkiye’nin ve tabi ki İran’ın ilerlemeleri ya da yeni alanlar açma ihtimallerine karşı bir tür panzehir olarak görüyor.
Bilek güreşi sürüyor
ABD’nin silahlı Kürt grupları terk etmesi halinde hemen onlara sahip çıkmaya hazır Rusya, Türkiye’nin Musul’a yönelik politikaları üzerinden İran-Türkiye gerilimini de diri tutuyor.
Kısaca Rusya, her iki ülkede de merkezi yönetimlerin İran’a yakın profilde olmalarını, ancak İran’a bakmaları yerine esasen Rusya’ya bakar hale gelmelerini garanti etmeye çalışıyor. ABD ise, bir yandan tıpkı Rusya gibi Sünni-Arap ağırlığın gelecekteki siyasi kompozisyonda az yer tutmalarını tercih ediyor; ancak bunu söz konusu grupların etkisini daraltacak olan Kürtlerden bekliyor. Silahlı Kürt grupların bu denli açık biçimde desteklenmesi, İran açısından da endişe verici; Rusya da İran’ın endişelenmesinden hiç rahatsız değil.
DEAŞ gerçekten bitirilmek isteniyor ise ve bu süreç Irak ile Suriye merkezi yönetimleri, İran destekleri ve ABD ile Rusya’nın havadan denetimleriyle olabilecek idiyse, ne demeye Türkiye’nin alana girmesi ve ÖSO’yu kurup savaşa katılması bu kadar teşvik edildi? Benzer biçimde, neden Başika kampı, DEAŞ’la etkin mücadele yapılacağı sırada sorun oluyor da, iki yıldır terör örgütü Musul’a yerleşirken konu edilmiyordu?
Türkiye’nin pozisyonu
Türkiye, ÖSO ya da Peşmergelerle nereye yönelse, birileri “dur orada” çıkışı yapıyor. Türkiye’nin hem gitmesi hem durması yönünde baskı altında tutulması, ABD’nin bazı istekleri ile ilgili. ABD, Türkiye’nin Suriye’de DEAŞ’la mücadele eden Kürt gruplarla, Irak’ta ise Şiilerin çoğunlukta olduğu askeri-yarı askeri güçlerle işbirliği yapmasını bekliyor. Suriye’nin bölünme ya da bir Kürdistan bölgesi oluşması ihtimali olmasa, ayrıca Irak ve Suriye’nin önemli kentlerinde mezhepsel dengelerin bozularak Şii etkisinin, yani bir biçimde İran etkisinin artma ihtimali bulunmasa Türkiye ABD’nin tüm beklentilerine uygun bir pozisyon almaktan katiyen imtina etmezdi.
DEAŞ’a karşı zafer kazanarak seçmene gitmek için acelesi olan ABD, hızlı sonuç almak için alanda Türkiye’den daha yaygın biçimde var olan kuvvetlerle iş görmeye çalışıyor; hele DEAŞ’ı dar bir alana hapsedelim, yeniden yapılanmada Türkiye’yi de masaya alırız diyor.
Mesele, Türkiye’nin masada yer almasında değil; endişelerinin politikaya dönüşmesini sağlamasında. Bunun için de alanda elini güçlü tutmaya uğraşıyor. Dolayısıyla hem ilerleyip hem durma, esasen diplomatik bir pazarlık aracı olarak kullanıyor.