Muhasebeci Kenan, uçaktan indiğinde yüzünde ufak tefek çizikler vardı.
Uçağa bindirilip Türkiye’ye yollanıncaya kadar muhasebeci Kenan’dı.
Uçaktan, “Musul Başkonsolosu Öztürk Yılmaz” olarak indi.
Dönemin Başbakan Ahmet Davutoğlu havaalanında bekliyordu.
Çizik yemiş Öztürk Yılmaz’ı “sevinçle” karşıladı; çünkü kurtarılması için az ter dökmemişti.
Sonra da alnından öptü.
Davutoğlu ne bilsin “alnı öpülesi” işleri Özel Harekât Polisi Settar Yaşar’ın yaptığını, Öztürk Yılmaz tarafından “Ben artık muhasebeci Kenan’ım. Başkonsolos sensin...” diye ateşe sürüldüğünü...
Kamuoyu, Öztürk Yılmaz’ın yüzündeki ufak tefek çiziklerin DEAŞ teröristleriyle boğuşma esnasında “meydana geldiğini” düşünüyordu.
Bu yiğit Türk diplomatı teröristlere pabuç bırakacak değildi ya, mutlaka bir arbede çıkmıştır, Öztürk Yılmaz’ımız da dayanamayıp teröristin suratına kafayı gömmüştür ve “yaralanmıştır...”
Ben de böyle düşünüyordum.
Değilmiş...
Kendi aşçısı Ercan Köksal’la dalaşmış...
Daha doğrusu, durduk yerde aşçısını yumruklamaya başlamış; adamcağız da, ne yapsın, eline geçirdiği bir bardakla mukabelede bulunmuş. Ve yüzündeki o “ufak tefek çizikler” oluşmuş.
Bu bilgileri, Öztürk Yılmaz’ın korumalığını yapan Özel Harekât Polisi Settar Yaşar’dan öğreniyoruz.
Bu yiğit ve delişmen Türk evladının, “kurtarıldıktan” ve sağ salim ülkesine getirildikten üç yıl sonra, Meclis’in “güvenli” çatısı altında DEAŞ teröristlerine nasıl salladığını, nasıl küfürler ettiğini hep birlikte izledik.
Kimseden korkmuyormuş...
Şehit olmak istiyormuş...
Gelsinlermiş...
Gelmişlerdi, şehit olma imkânı sunmuşlardı ama “kahraman” Öztürk Yılmaz’ımız “Muhasebeci Kenan” kimliğinin arkasına gizlenmişti. Şehit olma fırsatını kaçırmıştı.
Bir de “Avrupa Bakanlığı” macerası var yiğit diplomatımızın...
Birkaç hafta çalışmış bakanlık bünyesinde...
Sonra gönderilmiş.
Daha doğrusu kovulmuş.
Niye gönderildiğini kendisinin açıklamasını beklerdik... Ben nedenini öğrendim ama yazmayacağım. Aile mahremiyetine saygım, bu konuyu speküle etmememi gerektiriyor.
Kovulduktan sonra şansı dönüyor Öztürk Yılmaz’ımızın... FETÖ sanığı Gürcan Balık’ın Dışişleri’nde etkin olduğu dönemde terfi ettirilerek Musul’a Başkonsolos olarak atanıyor.
Musul’dayken FETÖ’cülerle irtibat kuruyor, FETÖ okullarını ziyaret ediyor, filan...
Bunun belgeleri (görüntüleri) yayınlandı.
Diyeceksiniz ki, “Ne var yani? FETÖ’cülerle herkes irtibat kuruyordu, hatta ahbaplık yapıyordu. Öztürk Yılmaz’ın birlikte görüntü vermesi mi kabahat oldu?”
Haklısınız ama Öztürk Yılmaz, FETÖ “suç örgütü” olarak tescil edildikten ve MGK’nın kırmızı kitabına girdikten sonra örgütle irtibat kuruyor.
Bununla da kalmıyor, “irtibat tarihinden” yaklaşık bir yıl sonra, yani 15 Temmuz darbesinden 8 ay önce, örgütün haftalık yayın organı “Aksiyon” dergisine röportaj veriyor ve Türkiye’yi suçlayan açıklamalar yapıyor: DEAŞ’la yeterince mücadele edilmiyormuş...
Bu ilişkiler, takdir edersiniz ki, en azından bir tavzihi gerektiriyor.
Öztürk Yılmaz, Halk TV stüdyosuna kurulup gazeteci tehdit edeceğine (iktidara geldiklerinde Ahmet Kekeç’e neyi yedireceklerini hep birlikte görecekmişiz), önce hakkındaki kuşkuları izale edecek açıklamalar yapsın, “irtibatlarının” hesabını versin.
Biraz da edebini takınsın tabii...
Küfrederek “delikanlı” olunmuyor!