Amsterdam’da siyaset, sanat, spor vs. alanlarda dünya kamuoyunca bilinen meşhur kişilerin balmumundan yapılmış heykellerinin olduğu bir müze var. 8-10 yıl kadar önce, soğuk ve yağışlı bir havada dışarda dolaşmak yerine hem ısınmak ve hem de vaktimi değerlendirmek için bu müzeye girmiştim.
Bir merdiven köşesinde de askerî üniformalı bir büst vardı.
İki ziyaretçi merdivenden inerken, kadın, yanındaki erkeğe sordu, ‘Bu kim?’ diye.. O da, İngilizce olarak, ‘Bizim adamımız..’ karşılığını verdi.. Ve sonra, ‘……’yi bizim ölçülerimize göre dizayn etti. Büyük devrimciydi.. Latin alfabesini bile kabul ettirdi..’ vs. diye açıklamasını sürdürdü.
Doğru diyordu, o kişi.. Aynı dönemde Rusya’da büyük bir sosyal devrim, Bolşevik/ Komünist devrimini gerçekleştirmiş olan Lenin bile, kendi yollarına engel oluşturabilecek her şeyi değiştirmişti; ama, Kiril alfabesine; daha sonra Mao da, Çin alfabesine dokunmamıştı.
Kezâ, Japonlar, Hintliler, Bengalliler, Tailandlılar, Seylanlılar, Yunanlar, Ermeniler, Gürcüler, vs. yüzlerce- binlerce yıllık bir tarihi geçmişi yansıtan alfabelerini değiştirmemişlerdi. Yahudiler de, Filistin’i işgal edip, 1948’de İsrail rejimini kurduktan hemen sonra, ibrî/ibranî yazısını ihya edip resmî alfabe olarak kabul etmişlerdi.
Bu açıdan bakıldığında, Batı dünyasının hemen bütün halklarının ‘Bizim adamımız..’ diye benimseyerek övdükleri isim adına oluşturulan resmî ideolojisi, onların elinde hâlen de bir temel kriter..
***
Fransa Başkanı Emmanuel Macron, geçen gün, B. Amerika ile sadece Türkiye arasında değil, AB ülkeleri arasında da yaşanan büyük gerilim üzerine konuşurken, Avrupa’nın kolektif güvenliği için Türkiye ve Rusya’nın AB’ye stratejik ortak olarak bağlanmaları gerektiğini söylerken, ‘Ancak, Türkiye’yi AB üyeliğine alamayız.. Bugün Erdoğan Türkiye’si, Atatürk Türkiye’si değil!.. Türkiye Başkanı Avrupa karşıtı görünen ‘pan-islamist’(İslam Birliği) gündemini her gün teyit ederken, Türkiye’nin AB üyeliği hakkında konuşmaya devam edemeyiz. Ama, Türkiye’yle bir stratejik ortaklık tesis edebiliriz.. Ama, bunun için de Avrupa’ya bağlanması lâzım…’ diyordu. Macron konuşmasında birkaç kere 'İslamcı' veya 'İslami terör' ifadesi de kullanıyordu. Asıl problemleri, İslam’la ve bizim Müslüman olarak kalmamızla..
Türkiye, 1930’lardaki gibi kalabilmeliydi, onlara göre..
Çünkü, 1930’larda oluşturulan resmî ideolojiye göre, Batı’nın değerleri, ‘ulaşılması hedef alınan en üstün kültür ve medeniyet değerleri’ olarak kabullenilmişti. Çünkü, savaşın galibi olan emperial dünya öyle istiyordu.. Bize düşen de, aşağılık kompleksine kapılıp, ‘Biz de artık sizdeniz, üstünlüğünüzü kabul ediyoruz..’ dememizdi.. 1930’larda fiilen söylenen, tam da bu idi.
***
Şimdi, Macron’un bu sözlerine karşılık olarak, TC. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, âdetâ günah çıkartmak ister gibi konuştu ve ‘Macron'un Türkiye hakkındaki ifadelerini, derin bir teessüfle karşılıyoruz. (…) ‘Avrupa'nın siyasî, coğrafî ve tarihî açıdan ayrılmaz bir parçası olan ve Avrupa kıtasının güvenliği için her zaman üzerine düşeni fazlasıyla yerine getirmiş olan ülkemizin 'Avrupa karşıtı' olduğunu söylemek gerçekle örtüşmemektedir.(…) Macron'a, bu yeni dönemde, Türkiyeli bir AB'nin öneminin daha da artmış olduğunu da biz hatırlatmak isteriz.’ dedi.
Macron ve benzerlerinin sahiden de bu söze inanacağı mı sanılıyor. Kaldı ki adam, Erdoğan’ın ‘İslâm Birliği (pan-islamizm) idealleri peşinde olduğunu’ açıkça hatırlatıyor.
***
Halbuki, Macron’a, ve bütün Macron’lara, kısaca, ‘Sizin emrinize amâde bir halk ve ülke yok artık!’ denilmeli değil miydi?