Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeliyeni hükümet sistemi ve gerekliliği hakkında 11 Ekim 2016'dan bu yana ne zaman ağzını açsa "Türkiye'nin bekası" ileilişkilendiriyor konuyu.
15 Temmuz'da işgal girişimine dönüşen sistematik saldırıların ciddiye alınması, 2007'de sistem kriziyle başlayan fiili durumun hukuki zemine kavuşturulması gerektiğini söylüyor durmadan.
Bunu da CHP'nin sırtını yasladığı vesayetçilerden ya da HDP'nin sırtını yasladığı PKK'dan beklemiyor. "Halk oyuyla olsun, Türkiye'nin geleceğine Milletimiz karar versin" diyor.
Bu iki vurgu, yani "devletin bekası" (millilik) ve halk egemenliği (demokratlık) Devlet Bahçeli liderliğindeki MHP'yi "milli demokratlar" şemsiyesi altına taşıyor.
Ki bu şemsiyeyi ilk açan MHP'nin kurucusu Alparslan Türkeş'tir. Dokuz Işık kitabında "demokratik milli cumhuriyet" diyerek tanımlar Türkeş önerdiği hükümet sistemini.
Cumhurbaşkanı Erdoğanda geçenlerde aynen böyle kullandı bu kavramı; "Cumhurbaşkanlığı sistemi için sizlerden destek istiyorsak ülkemizin ve milletimizin faydasına olduğu için istiyoruz. Görüyoruz ki milli demokratlar cumhurbaşkanlığı sisteminin yanında, bölücüler ve dış güçlerse karşısında. Milli olan, demokrat olan, yerli olan kimsenin bu anayasa değişikliğine karşı çıkması için sebep yoktur."
***
Ezelden MHP'liler önerilen sisteme yabancı değil o yüzden.Türkiye için en uygun hükümet sisteminin başkanlık olduğunu 1970'lerden beri okumaktalar çünkü. Kulakları bu kavramla dopdolu. Türkeş'in "Güçlü İktidar-Güçlü İdare", "Tek Başkan-Tek Meclis" diyerek kavramsallaştırdığı sistem bugün Bahçeli liderliğindeki MHP'nin katkısıyla hayata geçmekte.
Türkeş'in 1970'lerde kayda geçirdiği o gerekçe, bugün MHP'nin Evet tercihinin en önemli gerekçesi.
Şöyle diyor Türkeş:"Türk Milleti, dünya imparatorluklarını kurduğu her devirde kuvvetli, âdil ve hızlı icra sistemini uygulamıştır. Kuvvetli ve hızlı icra, icra gücünün tek elde toplanmasıyla mümkündür. Bunun için tarih ve töremize uygun olarak başkanlık sistemini savunuyoruz" (Dokuz Işık, sayfa 267).
***
En erkeni 2006'da MHP'li olan, siyasi kariyerini MHP'de yapmak isterken 15 Temmuz'un başarısız olmasıyla hayalleri akamete uğrayan ve partiden ihraç edilen kimi isimlerse Hayır için yollarda.
MHP'yi Türkiye'ye ihanet etmekle, Devlet Bahçeli'yi koltuk kaybetmemek için ülkeyi harcamakla suçluyorlar. Neden HDP, PKK, FETÖ ve barbar Avrupa'nın da yer aldığı Hayır cephesinde olduklarını açıklamadan yapıyorlar ama bunu.
Bahçeli'nin yakın döneme dek siyasi karşıtlık üstüne kurulu söylemini, ülkeye yönelik saldırının büyüklüğünü ve ciddiyetine gördükten sonra değiştirme zaruretini anlamaktan acizler o yüzden.
Bahçeli'yi Erdoğan'la, MHP'yi AK Parti'yle ittifak yapmakla suçlarken Erdoğan'ın seçilmiş yetkilendirilmiş devlet başkanı, AK Parti'nin meşru hükümet olduğu gerçeğini kasten atlıyorlar. Terör örgütleriyle aynı mevzide konuşlandıkları gerçeğini de sakladıklarını sanıyorlar böylece.
Şu bakımdan da büyük birahlaki açıkları var.
Sinan Oğan, Meral Akşener, Ümit Özdağ gibi isimler parti içinde neticelendiremedikleri çekişmeyi referanduma taşıyorlar.
Bahçeli Evet dediği için ikballerini Hayır'da arıyor.
Kişisel menfaatlerin ülke menfaatlerinin önüne geçirilmesi ayıplanmayı gerektirir.
Açıktır ki Bahçeli, ülkenin ikbalini öncelemekte.
Zaman geçtikçe nedeni daha iyi anlaşılacak ama şu dar vakitlerde kendisini söylem düzeyinde zora sokacak bir tercihte bulunurken kendisini değil Türkiye'yi düşündüğü gayet aşikar. Bu tutum ancak takdir edilir.
Kaldı ki bütün açıklamalarında Türkiye'nin zaruretlerini hatırlatıyor Bahçeli. 15 Temmuz'da işgal girişimine dönüşen saldırının 7 Haziran sonrasında siyasi kumpas olarak da denendiğini söylüyor.
Meselenin bu boyutuna bir sonraki yazıda devam edelim.