Zalgiris’i yenip finale çıktıktan sonra, hedef sadece şampiyonluk değildi... EuroLeague tarihinde üst üste iki kez şampiyona olan 3. takım olmak da vardı.
Obradoviç’in 10’uncu Final-Four zaferi, tarihe yazılacaktı. Real Madrid ile yaptığımız son 6 maçtan 5’inci galibiyeti almak vardı. Euroleague’nin yıllardır en zorlu ekibi sayılan CSK Moskova’nın onca Final-Four’na rağmen, sadece bir şampiyonluğu vardı. Onu da geçecektik. Anlayacağınız; bir taşla dört kuş vurmak hevesindeydik.
***
Bütün bunlar güzel de; hepsini üst üste ekleyince, F.Bahçeli basketbolcuların üstüne fazla sorumluluk yüklemiş olduk... Hepsini birden başarıp başaramayacağımız endişesi; takıma aşırı motivasyon yükleyip, oyun düzenini sarsacağı korkusunu da getirdi. Ama maç başladığında, bunların hiçbir olumsuz etkisini görmedik. Hatta Ahmet’in 8 sayılık katkısıyla, 6 fark bile yaptık.
Ancak sonrasında oyun kurgumuzu sahaya sağlıklı olarak yayamadık. Zorlandık... Devre arasına galip girsek bile, bir şeyler rayına tam oturmamış gibi görünüyordu.
***
İkinci yarıya yine aksak başladık. Buna rağmen; Melli sayılarıyla takımı ayakta tutuyor ve skoru dengelemeyi bir şekilde başarıyorduk. Fakat kabul edelim ki, iyi günümüzde değildik. Toparlanmamız lazımdı ama nasıl?
8 sayı geriden girdiğimiz son çeyrek de imdadımıza yetişmedi. Zor atıyor, kolay yiyorduk. Melli dışında süper oynayan yoktu. Kısacası; finali kazanacak değil, normal EuroLeague maçını bile alacak kadar kıvamda değildik. Belli bir burukluk içinde olsak da; böyle bir finalin bir parçası olduğumuz için elbette mutluyuz, Keşke daha iyisi olsaydı...