Barış Pınarı Harekâtı daha on günü doldurmadan hem Türkiye’nin “güvenli bölge” hedefine ulaşmasını sağladı hem de Suriye’nin geleceği konusunda yeni bir dönem başlattı.
***
Suriye’de sekiz yıldır; emperyalistlerin, dünyanın en kritik bölgesindeki ulusal çıkarlarını kotarmaya çalıştığı “yeni model bir dünya savaşı” yürütülüyordu.
Bizim at gözlüklüler istediği kadar “Türkiye şöyle davransaydı böyle olurdu” gibi berbat ezberlerini tekrarlayıp dursun, Türkiye bu gidişatı asla değiştiremezdi. Çünkü orada “Büyük İsrail” projesinin tamamlanmasından Rusya’nın sıcak denizlere inmesine, Fransa’nın sömürüsünü sürdürmesine, Doğu Akdeniz’deki enerji yataklarının paylaşılmasına kadar; her devletin farklı menfaatleri çarpışmaktadır.
Bu menfaatler bazen örtüşmekte, bazen çatışmaktadır ama tamamının mutabık olduğu tek konu, “Çok olmaya başlayan Türkiye’nin önünün kesilmesi”dir.
Çünkü Birinci Dünya Savaşı’nda, Enver Paşa’nın müttefikleri(!) dahil; o veya bu taraftaki bütün devletler ve “devlet kurmak için kenarda bekleyen sinsi sırtlanlar” Osmanlı’nın büyük mirasını gasp etti. Gerçek miras sahibi olan Türkiye son yıllarda yeniden ayağa kalkınca da paniklediler.
İşte ABD’nin oluşturduğu PYD terör koridoru, sahada görünen ve görünmeyen bütün tarafların operasyonlarını rahat yürütmelerini sağlayan koruyucu bir “kemer” gibiydi.
Zira en büyük zararı gören Türkiye’nin Suriye’de olamaması tamamının işine geliyordu. Bu engellemeyi, ilk yıllarda “içimizdeki müttefikleri” FETÖ’ye yaptırdılar. Sayın Erdoğan’ın, “Terör örgütünü kaynağında kurutalım” talimatlarını Fetullahçılar, Kılıçdaroğlu ve avanesinin hâlâ tekrarladığı, “O bataklığa girersek asla çıkamayız” entrikasıyla engelledi. Ancak devletteki “FETÖ ipoteği” kalkınca Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekâtları yapılabildi.
Her iki harekât da “DEAŞ ile mücadele için Suriye’deyiz” balonunun patlatılması ve “Türkiye’yi bypass koridoru”nun Akdeniz’e ulaşmasının engellemesi bakımından elbette çok önemliydi ama yine de, o “koruyucu kemer”in yan çeperlerinden birkaç taş düşürme mesabesindeydi. Bu kemerin asıl“kilit taşı” Fırat’ın Doğusundaki PYD koridoru idi.
Harekât her şeyi ortaya çıkardı
İşte Barış Pınarı Harekâtı bu kilit taşını düşürdü. Başka bir ifadeyle Türkiye, üzerlerindeki çarşafı sıyırmaya başlayınca, acayip manzaralar ortaya çıktı.
“Sen NATO üyesisin, NATO hasmından S-400’ü nasıl alırsın” diyen ABD, Menbiç’i elinde tutamayacağını anlayınca, (söz verdiği halde) Türkiye’nin kontrolüne geçmemesi için, NATO sınırındaki en kritik yeri, “NATO düşmanı”na teslim etti. “Bu harekât DEAŞ ile mücadeleyi zaafa uğratır” diyenler, kapıları açıp DEAŞ’lılara, “Kaçın” diyen YPG’ye tek kelime etmiyor.
Daha bir ay önce BM’ye mektup yazarak, “Bu SDG bir aldatmacadır, PKK/PYD’nin ta kendisidir ve Amerika/İsrail adına çalışan bir terör örgütüdür. Suriye’nin bir metrekaresinde bile barındırmayacağız” diyet Esad rejimi, o teröristleri bertaraf ederek Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumaya çalışan Türkiye’nin önüne dikilerek teröristlere kalkan oluyor.
İşte bunun için de bu absürt ilişkilerde yakalananlar, Türkiye’yi engellemek için her yola başvurdu.
Ambarglar, tehditler, külhanbeyi ağzıyla mektuplar...
Ama bunların hiç biri Türkiye’yi yolundan döndüremedi. Kararlılığımızı nihayet anlayan Amerika’nın, Trump’a zikzaklar çizdiren “derin evanjelist” ekibi kalkıp Türkiye’ye geldi. Saatler süren görüşmelerden sonra, Amerika, harekâttan önceki şartlarımızın tamamını hatta fazlasını kabul etti. Nitekim Amerika medyası da bunu teyit etti.
Çünkü devam ettikçe onlr daha açığa düşecek, kendi ülkelerinde bile rezil olacalardı. Onun için bu harekât mutlaka bitmeliydi!
Elbette şaşırmıyoruz…
Büyük başarı elde ettik ama daha gidilecek çok yol var. Bu başarının devamı birlik ve beraberliğimizi muhafaza etmemize bağlıdır.
Bu harekâtı ve sonrasında atacağımız adımları baltalamak asla ifade özgürlüğü değildir.
HDP’nin terörist avukatlıkları, “Bunlar zaten belli” diyerek geçiştirilemez. Herkes durduğu yere göre muamele görmelidir.
Bu yüzden CHP ve İYİ Parti, ucuz ve samimiyetsiz takıyyelerle hâlâ durumu idare ettiklerini zannetmesinler. Bu harekât, onların üzerindeki örtüyü de kaldırıp atmış, gizli ittifaklarını tamamen ortaya çıkartmıştır. Şimdi, “Bu işgaldir” diyen Türkiye düşmanları ile ilişkilerini devam ettirecekler mi yoksa bu vatanda yaşamanın asgarî gereğini yerine getirecekler mi?
HDP’yi meclise taşıyarak, milletin kürsüsünden askerimize hakaret ettiren Kılıçdaroğlu hâlâ, “demokrasiyi güçlendirdiğini” mi düşünüyor?
Kandil aparatı Demirtaş’ı ziyaret için sıraya giren demokrasi münafıkları acaba hâlâ “Onur duyuyoruz” diyorlar mı?
Millet bu soruların cevabını lafla değil; icraatla vermenizi bekliyor.
Çünkü sözün bittiği yerdeyiz…