Türkiye'de 1980'li yıllarla birlikte genel olarak siyasetçi, işadamı ve "gazeteci" kimliğinde bir değişim meydana gelir. Siyasetçiler siyaset süreçlerine reklamcı, halkla ilişkiler uzmanlarından oluşan kadrolar ekler. İşadamları da kendilerini tanıtmak sevdasına kapılarak reklamcılarla çalışmaya başlarlar. Gerek siyasiler gerekse de işadamları bazı gazetecilerle yakın ilişki kurar bu arada.
Medya sahipleri de holdingleşip başka başka ticari alanlara kayar; kimi, hele de 28 Şubat'tan sonra banka sahibi olarak karşımıza çıkarlar. Sabah Gazetesi’nin eski sahibi Dinç Bilgin gazetecilik dışındaki işlerle ilgilenmeye başladıktan sonra "gazete sahiplerinin başbakanlarla asla akçeli işler konuşmaması gerektiğine dair düşüncesinin yok olduğunu” söyler. (Neşe DüzelBu Ülkede Basın Hükümet te Kurdu—Taraf 15.03.2010)
O dönemde Sabah Gazetesi’nin Yazıişleri, Müdürü Ergun Babahan, Genel Yayın Yönetmeni Zafer Mutlu'nun Ankara'ya gidip, hükümetlerin kuruluş aşamalarında bizzat rol oynadığını, bakanların değiştirilmesi için kulis yaptığını, RefahYol koalisyonunun yıkılması sürecinde DYP'li bazı bakanların istifa etmeleri amacıyla baskı yaptığını öne sürer. TSK ve onun oluşturduğu askeri bürokrasi 28 Şubat sürecinde medyanın tam anlamıyla etkisi altına alır.
Kamuoyunda bugün bile 28 Şubat'cıların medyayı kullanmaları ile ilgili çok fazla gerçek bilinmemektedir. Dönemin Genelkurmay Genel Sekreteri Tümgeneral Erol Özkasnak "Tereyağından kıl çeker gibi, eski darbelere benzemeyen bir biçimde, hiç kan akıtmayan, devletin başındaki en büyük insandan ilgili bakanlara kadar hepsi dahil edilerek yürütülen bir süreçtir 28 Şubat” der. (Milliyet 2001) Ancak bu sürecin "tereyağındn kıl çeker gibi" gerçekleşmesi medyanın katkıları olmadan mümkün değildir!
Devletin Haber Ajansı, Anadolu Ajansı bu dönemde üst düzey askeri yetkililerin mesajlarını kamuoyuna ilettikleri bir mecraya dönüşür. Çoğunlukla bir üst düzey askeri yetkiliye dayandırılarak aktarılan demeçlerle kamuoyu oluşturulur...
(Yarın: 25 Nisan 1998 ve ünlü ‘Andıç’)