CHP en son 1950’de tek başına iktidar olabildi. O tarihten sonra halk CHP’ye teveccüh göstermedi, ülkeyi yönetmesi için teslim etmedi. Oy oranı kerhen verenlerle beraber yüzde 20-25 bandına sıkıştı.
Bir partiye bu kadar uzun süre itibar ve itimat edilmemesinin nasıl sonuçlar doğurduğunu CHP örneğinde görebiliyoruz. Parti ya iç çekişmelerle meşgul oluyor –ki yıllarca bu oldu CHP’de- ya da operasyonlara müsait hale geliyor -ki şu an bunu gözlemliyoruz.
Yüzde 20-25’i aşamayacağı aşikar olan, artık geçmişte olduğu gibi vesayetçilerin ardına saklanarak fikrini iktidar kılabilme imkanı da kalmayan CHP için halktan başka gidilecek kapı kalmadığını kavrayan akıl Cumhuriyet Halk Partisi’ni merkez alarak bir şey deniyor.
Denenen şeyin hedefi siyasi merkez. Yani AK Parti ve tabanı. Bunun için parti dizaynından başlayıp sandık sonuç dizaynına varan bir “çalışma” yürütüldüğü görülüyor.
Nitekim 2010 Mayıs’ında Deniz Baykal CHP Genel Başkanlık koltuğundan özel hayatının gizlice kaydedilip yayınlanmasıyla kaldırıldı. Bu kendi adamlarını ya da kullanışlı bulduğu adamları bir pozisyona yerleştirmek isteyen işgalci istihbarat örgütünün her zamanki taktiğiydi. O günden sonra CHP, hızla tarihsel çizgisinin dışına çıktı ve tartışmaların odağına yerleşti.
Önce marjinal kesimlere açıldı CHP. Marjinal ve hatta kriminal sol sosyalist fraksiyonların bir kısmı “Türkiyelileşme” iddiasıyla projelendirilen HDP’ye taşınırken diğer kısmı CHP’ye nakledildi. Doku transferinin son seçimlerde görüldüğü üzere AK Parti karşıtı blok için zaruri olduğu anlaşılıyor.
Bunun bünyede yarattığı rahatsızlıklar gizlenirken ve seçim sonrasına ötelenirken bir yandan da seçime kadar sağ, muhafazakar, dindar tabanın oyuna almaya yönelik adımlar atılıyor.
Bunun için üç sürüm denendi. AK Parti iktidarı sayesinde İslam İşbirliği Teşkilatı’na başkan seçilen Ekmeleddin İhsanoğlu’nu adını bile söyleyememelerine rağmen Cumhurbaşkanı adayı gösterdiler. Trajikomik kampanya hezimetle sonlandı.
İkinci denemede Erdoğan’ın karşısına siyasi kariyerini AK Parti’de tamamlayan Abdullah Gül’ü çıkarmak istediler. Geniş mutabakat sağlanamayınca her gün Cuma namazı kılmakla övünen Muharrem İnce’ye mecbur kaldılar. Emanet oylarla baraj üstü tuttukları HDP ile işbirliğinin getirisiyle İnce, CHP’nin üzerinde oy aldı ama seçimi kaybetti.
Üçüncü sürüm şu an meydanda. AK Parti karşıtı blok ve bileşenleri için çok daha işlevsel çünkü rengi yok, siyasi kimliği ve belleği yok. Beylikdüzü’nde belediye başkanlığı yaptığı halde “arkasında bir başarı hikayesi var” cümlesi dışında İmamoğlu’nun dününe hiç başvurmuyor CHP. Beylikdüzü’nde yaşayanların şikayetleri, karakol basıp tehditler savurması, hakkındaki AVM ortaklıkları ve 90 yazıcının bakımı için yıllık 1 buçuk milyon ödenek ödemesi gibi rantçılıkla ilgili iddiaları itina ile cevaplanmıyor.
Ekrem İmamoğlu’nun siyasi kimliksiz, partisiz-rozetsiz görünümü, sevgi pıtırcığı-hoşgörü tomurcuğu tasarımı 31 Mart’a az çok dayanmıştı ama 23 Haziran’a çıkacak gibi görünmüyor.
Mazbatamı verin diye tutturduğu çiğlikleri bir yana kısa süren “başkanlık” döneminde ilk iş olarak güvenlik soruşturmasından geçmemiş insanlara İstanbul’un veri tabanını kopyalatması hakkındaki zanları haklı olarak çoğalttı.
Esenler Belediye Başkanı Tevfik Göksu’nun söylemediği bir sözü söylemiş gibi iddia ederek algı yaratmaya çalışması, gerçek anlaşılınca da çamura yatması özel tasarım maskeyi yırttı.
Her gün onlarca konuşma yapmasına rağmen “İstanbul’un yeni başkanı Rum-Pontus”, “Ayasofya Erdoğan’dan intikamını İmamoğlu ile aldı” diye manşet atan Yunan medyasına bir kez bile “hadi oradan” demedi.
Tıpkı HDP’nin oyunu alabilmek için bir yandan Demirtaş güzellemesi yapıp bir yandan hem PKK’dan hem FETÖ’den iltifat ve talimat kabul etmesi gibi.