Resmî tarih hipnotizmasından kurtulup gerçek tarihimizi öğrenmeye başlayınca, yeni bir “ayrışma alanı” ortaya çıktı.
“Düzmece tarih” tahakkümünden kurtulmamızı istemeyen vesayet kalıntıları, yeni tanıştığımız eski destanlarımıza, düşmandan fazla düşmanlık besliyorlar.
Kut’ül Amare diye bir destanımız olduğunu yeni fark ettik.
Osmanlı’yı yıkmak için asırlarca yırtınan ve Ortadoğu’da Türklere atılan her taşın altından çıkan İngilizleri rezil eden bu büyük zafer neden yıllarca gizlendi acaba?
Dünyanın tanıdığı en müşfik insan olan Abdülhamid Han’ın, Filistin’i Yahudilere vermeyince; nasıl “Kızıl Sultan” oluverdiğini yeni öğrendik!
Emin Oktay’ın kitaplarından, “Zor durumdaki ülkesini bırakıp kaçtı” diye okuduğumuz Vahdettin Han’ın aslında, o kitabı yazdıranlar tarafından alçakça kovulduğunu öğrendik.
Ağustoslar da karıştı…
Eskiden “Ağustos” denilince aklımıza sadece “30 Ağustos Zafer Bayramı” gelirdi.
Okuldaki kısır tarih derslerinden bir “Malazgirt Meydan Muharebesi” başlığı hatırlamakla birlikte, ne anlamını bilirdik, ne de Ağustos’la birlikte bir “Malazgirt Coşkusu” hissederdik.
Oysa bu coğrafyadaki her şeyimizi Alparslan’a borçluymuşuz.
Bu nasıl bir mantık ki, Anadolu’yu fethettiğimiz muhteşem zaferi unutup, düşmana kaptırdıktan sonra geri almayı, “Büyük Zafer” olarak kutlamışız yıllarca.
Her neyse...
Şimdi biz diyoruz ki, “Ağustos bizim zaferler ayımız...”
26 Ağustos 1071’deki Malazgirt Zaferi, dünyanın göz bebeği Anadolu’nun kapılarını bize açtı.
30 Ağustos 1922’deki zafer de, Alparslan’ın emanetine göz dikeni denize dökeceğimizi bütün dünyaya anlattı.
Yani 26 Ağustos da bizim, 30 Ağustos da...
Peki, 26 Ağustos’u göstermeden 30 Ağustos’a atlamaya çalışanlara ne demeli?
İçimizdeki “rahatsızlar”
Önceki gün Malazgirt’te coşkulu bir tören vardı.
Tam da saldırıların hedefinde olduğumuz şu günlerde, oradan ilan edilecek birlik ve beraberlik mesajı büyük önem taşıyordu.
Muhalefet liderleri ve bütün kanaat önderleri Malazgirt Meydanında el ele tutup, “Bizi kimse yıkamaz” diye haykırsaydı, bu mesaj; Kuzey Kore füzelerinden daha fazla korkuturdu Amerika ve diğer Türkiye düşmanlarını.
Ama adliye önlerinde FETÖ’nün önüne yatan CHP, oy için oralarda ev tutan İP ve terörist leşlerine koşan HDP, ne hikmetse Malazgirt’te yoklardı.
Yenikapı’ya zoraki gelip sonra yediği fırça üzerine FETÖ avukatı kesilen Kılıçdaroğlu’nun Malazgirt’e gitmesi yürek ister elbette.
Medyanın Malazgirt kompleksi
Milli ve yerli medya ile “Haçlı-Siyonist müttefikleri”ni ayırmak için yeni kriter oldu Malazgirt ruhu.
Bazı tescilliler hiç görmemeyi becermiş!
Her millî dirilişi, değeri kendinden menkul “özel manşet” hilesiyle geçiştirmeyi adet edinen emekli amiral, dün de aynı numarayla Malazgirt’i yandan kaçırmış.
“Ulusalcı” geçinen bir “ulusal tehdit mecrası” da, özellikle “30 Ağustos” için tam sayfa “erken kutlama” yaparken, güncel Malazgirt kutlamasını sayfanın dibine gömerek, ulusal bütünlüğümüze fitne sokmuş.
FETÖ cumhuriyetini zaten hiç sormayın.
Bu da “Malazgirt intikamı”
Bu müstemlekecilerin ne yapsa boş, kervan muhteşem yolculuğuna devam ediyor.
Ama kimin; nerede durduğunu milletin bilmesi gerekiyor.
2013’te, “Ağaçlar katlediliyor” bahanesiyle Taksim’e çıkıp, “1453’ün intikamını alacağız” diye yırtınanlar da aynı kafaydı.
Rum torunları ve içimizdeki devşirmeler bilmez “Malazgirt Ruhu”nun ne anlama geldiğini.
Zaten bu aziz Anadolu, düşmandan çekmedi; bağrında beslediği nankörlerden çektiğini…