Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, sık sık ‘düzeltme’ yapma gereği duyduğu açıklamalar yapıyor.
Ben ciddiye alıyorum.
Zira Macron’un açıklamalarında, ‘gerçeğin ne olduğuna’ dair işaretler var.
ABD-İngiltere-Fransa ortaklığıyla Suriye'ye yapılan son hava operasyonundan sonra canlı yayında konuştu.
“ABD Başkanı Donald Trump'ı Suriye'de kalma ve askeri operasyonu kimyasal silahlarla sınırlı tutma konusunda ikna ettiğini” açıkladı. “Esad rejimine savaş ilan etmedik, Rusya'ya zarar vermedik” dedi.
“Operasyonda başarılı oldukları ikinci noktanın Türklerle Ruslar'ın ayrı kamplarda yer alması olduğunu” savundu.
Ancak, “Siyasi çözüm için Rusya, Suriye ve İran'la diyaloğa devam etmek gerekir. Ankara'ya giderek Erdoğan, Putin ve Ruhani ile görüşmek istiyordum, hala istiyorum” diye ekledi.
***
Dün Ankara’ya gelen NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg de, NTV'den Deniz Kilislioğlu'na verdiği röportajda Macron’la örtüşen mesajlar verdi:
“Operasyon, Esad rejimi ve destekçileri Rusya ve İran'a verilen açık mesajdı” dedi.
Türkiye ile ilgili olarak da, “Türkiye'nin operasyona desteği de memnuniyet verici. NATO siyasi olarak Rusya ile görüşülmesine karşı değil ama güçlü bir ittifak çizgisinin olması gerektiğini düşünüyoruz” ifadesini kullandı.
***
Özeti;
İngiltere ve Fransa’nın ABD’ye Suriye operasyonunda destek verirken, iç savaşa daha fazla dahil olmak istemedi; ‘DEAŞ’la mücadele koalisyonu’ sınırlarının ötesine geçmedi.
Ancak Suriye rejiminin Rusya ve İran korumasında olduğunu hatırlatarak hem ‘sorumluluk’ mesajı verdi, hem ‘sınırları’ gösterdi.
Bir başka mesaj da Türkiye’ye yönelikti.
Çünkü Türkiye’nin Rusya ve İran’la birlikte ‘çözüm üretmesi’, bu işbirliğinin ‘daha derinlikli’ olarak gelişebileceği ‘endişesi’ yarattı.
Macron’un “Türkiye’yi Rusya’dan ayırdık” ve Stoltenberg’in “Rusya ile diyalog olabilir ama güçlü bir ittifak çizgisi korunmalı” sözleri bunu gösteriyor.
***
NATO ittifakının, Türkiye’nin ‘son tahlilde’ yeri konusunda bir şüphesi olduğunu düşünmek için neden yok.
Zira bu, her düzeyde ve yeri geldiğinde vurgulanıyor.
Türkiye’nin coğrafi ve ekonomik şartlarının, terörle mücadelesinin gereği olarak bölgesel işbirliklerinin ‘zorunluluğu’ da kabul ediliyor.
O halde sorun nerede?
Yani;
Macron’un Türkiye-Rusya-İran görüşmelerine katılma isteği bir ‘eksen kayması’ olarak endişe yaratmıyorsa, Türkiye’nin bu işbirliğiyle Astana sürecini başlatarak tarafları bir araya getirmesi, ateşkesi sağlaması, güvenli bölgeler oluşturması, kendisine yönelik terörü önlemesi neden endişe yaratır?
Macron’a alan açmak için olabilir mi?
Macron’un, Suriye’de denkleme katılmak için ABD’nin yanında Münbiç’e asker göndereceğini açıklaması;
Türkiye ile -terör örgütü PKK/YPG’nin oluşturduğu- SDG arasında ‘arabuluculuk’ yapmayı önermesi;
PKK/YPG militanlarını cumhurbaşkanlığı sarayında kabul etmesi;
Ve nihayet Türkiye-Rusya-İran zirvelerine katılma talebi bunun göstergesi.
Bu girişim, ‘Macron Fransası’nı önümüzdeki süreçlere dahil etme projesinin devam edeceğini gösteriyor.
***
Macron, sağ ve sol aşırıcılığın yükseldiği Fransa’da siyasi bir mühendislik ürünü.
Merak edenler “Macron’u ben icat ettim” diyen ekonomist Jacques Attali’nin kim olduğunu, 2007’de Rotschild&Cie yatırım bankası uzmanlığı, Cumhurbaşkanı François Hollande’ın danışmanlığı ve bakanlık süreçlerini araştırabilir.
Cumhurbaşkanlığından önce hiçbir seçime girmesi gerekmedi!
Fransa tarihinde en büyük iki partiden birinin adayı ‘yolsuzluk soruşturması’ ile yarıştan düştü, diğeri ilk turda seçilemedi.
İlk turda yüzde 23,9 ile aşırı sağcı Marie Le Pen’in sadece 2 puan önüne geçebildi.
Ancak ‘ortak aday’ formülü ile ikinci turda yüzde 65,1’le, 39 yaşında Fransa’nın en genç cumhurbaşkanı seçildi.
Ülkesinde bir siyasi mühendislik ürünü olan Macron’un, küresel siyasi mühendislikteki yeri nedir?
Takip etmeye değer bir soru.