Erkenden arka arkaya gelen gollere rağmen; aslında G.Saray, maça bildik gücünü daha baştan kabul ettirme isteği ile başlamadı. Duruma göre pozisyon almak için, rakibinin ne durumda olduğunu süzmek gereğini duydu. Bu yüzden, başlarda o kadar da yüksek tempolu ve baskılı değildi. Ama o ana kadar uyguladığı “Bekle Gör” politikası bile, farka geçmesini geciktirmedi. Gomis, zaten yelkenleri suya indirmeye meyilli Antalya’nın pruvasına ilk darbeyi vurdu.
Gemi, erkenden su almaya başladı... Titanic bile battıktan sonra, konuk takımın batması işten bile değildi.
***
Çabuk olan işler için, “Tak fişi bitir işi” benzetmesi yaparlar ya... G.Saray daha fişi bile takmadan işi bitirmişti. 2-0 öne geçiş, sonraki atakların “Sonuç alır mıyız?” endişesini ortadan kaldırdı. Rahat/sorunsuz/dirençsiz çıkışlarla; adeta gönül eğlendirmeye başladılar. Yarattıkları pozisyonlarda, gol olmuş-olmamış kimse dertlenmiyordu.
Antalya da, rakibinin kayıtsızlığa dönüşen bu sağlıksız özgüvenini; kendine fırsat olarak kullanmaya niyetlendi/heveslendi/gayret etti. Fakat gözdağı verecek gücü yoktu. Sadece ihtar verebildi.
***
İhtar işe yaradı. Durumun ciddiyetini kavrayan G.Saray, kendi klasiğinin ürünü bir atakla; Feghouli’ye “İşi bitir” komutunu iletti. O da direktifi yerine getirdi: 3-0
G.Saray artık 2-0’dan sonraki rahatlığa yeniden dönüş yapmadı. Ama gene de rakibi denetim altında tutmada pek de başarılı olamadı. Çünkü, Antalya’nın onca gole rağmen, durum 0-0’ken göstermediği dirence sahip olmasıydı. “O kadar da bitik değiliz” feryadına ihtiyaç duydular. İşe yaramadı ama, güzeldi...