Hâlâ kim, hangi güçle yapabiliyor –henüz- bilmiyoruz ama tek başına saçma olsa da birbiri ardına oluş ve yaşanış biçimiyle gayet bilindik olaylara maruz kalıyoruz son haftalarda. Manidar bir zamanlamayla...
Önce toplumsal ve siyasal olarak geride bıraktığımızı düşündüğümüz “Andımız” mevzuu, sanki aradan beş yıl geçmemiş, Türkiye bunu aşmamış gibi çıkageldi. Danıştay bir kez daha yetki aşımıyla karar alınca Milli Eğitim Bakanlığı da kararı temyize götürdü ama netice itibariyle konu da bütün pörsük haliyle kucağımıza bırakılmış oldu.
Kabul edelim ki kısa vadede Cumhur İttifakı ortaklarını ayrıştıran “ant bombası”, orta-uzun vadede toplumsal bir yarılma varmış yanılsaması yaratmak isteyenler için pek yarayışlı bir konu.
***
Daha sonra “Mine Kırıkkanat müptezelliği” geldi. Hani şu, 27 Nisan e-muhtırası öncesinde -AK Parti’nin temsil ettiğini düşündüğü- toplum kesimlerini tahkir etmek için “kısa bacaklı, uzun kollu vücutları kıllarla kaplı” diye yazabilen steril yazar.
Kırıkkanat yine kinli ve kinayeli şekilde başörtülüler üzerinden dindar insanlara yönelik açık bir nefret suçu işledi ve tehdit etti: “Hesap günü gelecek. Biz de sizi mağdur edeceğiz."
Mine Kırıkkanat’ın ciddiye alınır yanı vardır ya da yoktur ama birlikte sahne aldığı isimlerin kimler olduğuna ve daha önce hangi durumda hangi rolü üstlendiğine dikkat etmek gerekir.
28 Şubat ve 27 Nisan döneminin aktif aktörlerinin tekrar sahne aldığı, büyük salonların coşkulu kalabalıklarca doldurulduğu, Kırıkkanat hezeyanlarının çılgınca alkışlandığı ve Yılmaz Özdil’in aynı içerikle altıncı Atatürk kitabını aynı okura bir kez daha satabildiği bir düzlemden bahsediyoruz.
***
Nitekim puzzle’a başka parçalar da eklendi. “Eski Türkiye’nin kötü adetleri, kötü ruhları ne diye hortladı şimdi” demeye kalmadan, 68 yılın ardından, yapanın bir daha iflah olmadığı lanetli mevzuu ortaya kusuldu.
CHP’nin büyük keşif havasında milletvekili seçtirip saflarına kattığı, yetinmeyip genel başkan yardımcısı yaptığı Öztürk Yılmaz, ezanın Türkçe okunması gerektiğini savununca Türkiye aniden beyhude bir taşmanın içinde buldu kendini. Kolektif hafızada saklı acılar, büyük bir sabırla ve hukuk dairesinde aşılan karanlık sayfalar ister istemez üzerimize boca edildi.
CHP oyuyla Meclis’e sokulan SP’li Cihangir İslam’dan geldi bir başka zorlama da. Hem de Meclis kürsüsünde. FETÖ tezlerini tekrar eden Saadetli vekil, 15 Temmuz darbesine can feda ederek direnen kahraman halkımızın bütününü “batıl” diye niteledi ve FETÖ melanetiyle eşitledi.
***
Bu piyeslere paralel gelecek ve sanki dindar-laik fay hattında gerçek bir hareketlenme varmış yanılsaması yaratacak başka saçmalıklar da oldu bu arada. Sormak lazım; 10 Kasım gibi, Gazi Mustafa Kemal Atatürk gibi tartışılmasının kimseye fayda getirmeyeceği bilakis Türkiye’ye, ortak geleceğimize zarar vereceği açık olan konuların böyle bir zamanlamayla kaşınmasından kim ne fayda ummaktadır?
Hele de suratına bir kez daha Atatürk maskesi takarak sırtımızda kırbaç şaklatmak, vatanımızı koloni yönetir gibi yönetmek isteyenler yeni planlarla çıkagelmiş ve Türkiye’nin etrafı türlü tuzaklarla kuşatılmış iken?
10 Kasım törenine yapılan ve haberlere yansıyan biçimiyle fazlaca piyes kokan itirazın tutuklanmayla neticelenmesi ve sosyal medyada yayılan “Atatürk ilah mıdır, değil midir” tartışması “kutuplara ayrılmış, birbirinden nefret eden Türkiye” tezini beslemek için değilse, ne içindir hakikaten?
Lütfen biraz feraset! Dindarların yeterince Müslüman olmamakla, laik Kemalistlerin Atatürk’ü yeterince savunmamakla, seküler kesimlerin yaşam alanlarını korumamakla itham edildiği ve keskinleşmeye zorlandığı çok açık değil mi?
Zehirli bir hava pompalanıyor, daha önce defalarca işlediği görülmüş laik-dindar fay hattını harekete geçirmek için. Aman dikkat.