Günümüzde Hristiyan dünyasında ve onun eksenine girmiş olan ülkelerde Hz. İsa’nın doğumunu / milad’ını esas alan gregoryan güneş takvimi kullanılır. Yahudilerin takvimi ise, 5770’lerde..
Müslüman takvimi bilindiği üzere, Hz. Peygamber (S)’in veladeti/doğumu ile değil, Hicret-i Nebevî ile başlar ve 355 günlük qamerî (ay) takvimi esas alır.
Bu takvimlerden hangisini sâbit kabul ederseniz, diğeri hareketli olur. Söz gelimi 365 günlük şemsî (güneş) yılını esas alırsanız, Ramazan döner durur; aynı şekilde qamerî takvimi esas alırsanız o zaman da yaz ve kış gibi mevsimler döner..
Bugünlerde, son 28 yıldır Diyanet’çe uygulanan ve artık bir gelenek haline gelen ve hattâ nicelerince Hz. Peygamber’in doğum yıldönümünün bu haftaya rastladığına dair bir yanılgı, gerçekmiş gibi yerleşmeye başladı, halk arasında..
Bilindiği üzere, Hz. Peygamber’in veladetinin qamerî takvime göreRebiulevvel ayının ortası günlere rastladığı sanılmaktadır. Dahası, öyle bir veladet gününün kutlanıp kutlanamıyacağı bile Müslümanlar arasında asırlarca tartışılmış ve farklı görüşler ortaya çıkmıştır.
***
Hazret-i Peygamber (S)’in doğumu ile ilgili fevkalâde tabiat hadiselerinin meydana geldiğine dair menkıbelerin de sağlıklı bir temelinin olmadığı ve bu abartılı yüceltici rivayetlerin, bir yetimolan Muhammed Mustafa’nın vahy-i ilahî’yi insanlara ulaştırmakla vazifelendirildiği 40 yaşlarından sonra ortaya atıldığı biliniyor. Ayrıca, bizzat Resul-i Ekrem (S)’in kendisini yüceltmek isteyenleri, ‘Ben de bir beşerim, ben de sizin gibi (güneşte)kuru(tul)muş et yiyen bir ananın çocuğuyum..’ meâlindeki; kezâ, üç yaşındaki oğlunun öldüğü gün güneş tutulmasını göklerin de mâtem tuttuğu şeklinde yoranlara, ‘güneş ve ay tutulması kendi kanunları içinde cereyan eden tabiat hadiseleridir, herhangi birinin doğum veya ölümüyle ilgisi yoktur..’ mânâsını taşıyan ikazlarından da anlaşılabilir.
Önceki dinlerdeki tahrifat ve bozulmanın, o dinlerin mensuplarının peygamberlerini ve diğer öncü büyük şahsiyetlerini yüceltmekte sınır tanımayan noktalara vardırmaları yüzünden de olduğuna dair ihtarları hatırlamakta fayda vardır.
***
Ama, benzer aşırı nitelemelerin Müslümanlar arasında da, irfanî ve tasavvufî cezbe ve vecd hali olarak dile getirildiği, herhalde reddedilemez.
Böyleyken, Hz. Peygamber adına oluşturulan bir ‘kutlu doğum’ haftasının sabitlenip bir gelenek halinde kutlanmasının Hz. Peygamber’i anmak için değil, anlaşılması için oluşturulduğu görüşü ilk planda kabul edilebilir gibi gözükse de, içinde bir tehlikeyi de barındırmaktadır. Çünkü, halk kitleleri kolay kutsal üretir.
***
Ayrıca, Nisan ayının ortasında ve şemsî takvime göre bir sâbitleme, takvim devriminin dayatmasına teslim olmanın ötesinde, ileride başkalarının da hattâ Oruç ve Hacc zamanı konusunda da, güneş takvimine göre başka sabitleme yollarını açmak istemelerine zemin hazırlamaz mı? Ki, bu gibi yaklaşımlar cahil kimselerce mantıklı bir söz gibi zâten dilllendirilebilmekte..
Tayyib Bey’den beklenen..
Son zamanlarda medyada Tayyib Erdoğan’a adına, bir takım tuhaf çıkışlar görülmekte.. Hattâ, bazıları bir savcı ya da gizli istihbaratçı edâsıyla tehditler bile savurmakta.. Erdoğan’ın, Amerika ve Batı’nın itimadının yeniden kazanabilmesi için, ‘radikal İslamcılar’ı temizlemesi gerektiği’ gibi görüşler dillendirilmekte.. Bu durum, medya aracılığıyla kitlelere de yansıtılmakta.. Polemik yazıları da bu arada giderek kızışıyor.
Tartışma o kadar seviye kaybediyor ki, birileri, hattâ Gazze Kuşatması’nı kırmak için Mavi Marmara gemisiyle yola çıkan fedâkar insanları ‘manyak’ olarak niteleyebiliyor.
***
Bu gibi saldırılar sadece siyasî bir tartışma mahiyetinde kalamayacağından, Tayyib Bey’in, hele de kendisinin sözcüsü imiş gibi davranarak bu gibi münasebetsizliklerde bulunanlara gereken ihtarı yapması umulur. Ayrıca, elbette bu gibi polemik konularının genişletilmemesi, kendisini haram-helal ölçüleriyle tanzim edenler için de bir gerekliliktir.