Aida Begiç, Saraybosna’daki soykırımın acılarını yaşayan bir yönetmen. Hem Müslümanlığını hem de kadınlığını bir bayrak gibi ortaya koyan, yaşanan acıları Avrupa’ya tekrar tekrar hatırlatan bu yönetmenin üç tane önemli filmini saymamız gerekir. 2008 yılında Kar filmiyle savaş sonrası yıkımı yaşayan küçük bir Bosna köyünün hikayesini anlattı. Birçok festivalde ödül alan film dikkatleri yönetmenin üzerine çekti. 2012 yılında Çocuklar filmiyle iki kardeşin savaş sonrası geçiş sürecinde dengesi bozulan toplum içinde ayakta kalma çabasını anlattı. Son olarak da Antalya Film Festivali’nde gösterilen ve konusu Türkiye’de geçen Bırakma Beni filmi ile karşımıza geldi. Yetimhaneden kurtulan üç Suriyeli çocuğun Urfa’da yaşadıkları ilgi çekici bir hikayeydi. Biz de tabii böyle önemli bir yönetmeni topraklarımızda misafir ederken teybimizi ona uzatmadan yapamazdık. İşte Müslümanların, çocukların ve kadınların acılarını dile getirmeyi kendine dava edinmiş Aida Begiç’in sorularımıza cevapları.
- Siyasi bir altyapınız var. Bu kimlik, sinemacılığınızı ne kadar etkiliyor?
Bunları anlattığım hikayelerde oldukça kişisel ve duygusal perspektiflerle ele almaya çalışıyorum. Çatışma ve çatışma sonrası dönem gibi gerçek olaylardan esinlenmeye ve bunları samimi bir şekilde anlatmaya özen gösteriyorum. Çünkü bence bu tarz bir bakış açısından yoksunuz. Etrafımızda genellikle sadece tarihle alakalı genel gerçekler anlatılır. Aslında bizim bu olayları küçük ancak çok daha samimi bir perspektiften görme şansımız var.
- Bir sinemacı bu kadar keskin bir şekilde birbirinden ayrılmış topluluklarda nasıl bir dil tutturmalı?
Her zaman anlatmaya çalıştığım perspektife odaklanıyorum, genellemelerle, politik düşünceler ve maskülen bakış açısıyla savaşıyorum. Sinemamda anlatmaya çalıştığım şeyler, duygusal ve içten bir perspektifle ortaya dökülen insan hikayeleri. Çalıştığım ya da hikayesini anlattığım kişileri arkadaşlarımdan ya da etrafımda olanlar arasından seçerim. Onları politik veya dinsel görüşleriyle değil, insan olarak ele alırım. Sinemamda bu bakış açımı yansıtmaya çalışıyorum.
- Sinemacı dürtüleri böyle olan biri için, bu topraklar hikaye zengini. Yeni filminiz için niçin Suriyeli çocuklar seçtiniz?
Beşir Derneği beni yetimlerle alakalı konularda bir şeyler yapmak için davet etti. Suriye’deki savaşla alakalı bir film düşünüyordum. Bu film, Bosna’nın yetim çocuklarını anlattığım iki filmime, Suriye’deki çocukları anlatarak getirdiğim bir üçlemenin son halkası.
- Çekimlerde çocukların travmaları tekrar yaşamamaları için ne gibi önlemler alındı?
Zaten en başta düzenlediğimiz atölyeler çocuklara yaşadıkları şeyleri unutturmak amacıylaydı. Oyunlar oynayıp eğlendik. Yazdığım senaryo ise tamamen kurgu. Yani çocuklara kendi hayatlarını oynatmadım. Böylelikle bir şeyi oynadıklarının farkındalardı. Onların duygularını ve bütünlüklerini korumayı amaçladım.
POLİTİKAYI AYIRIYORUM
- Bosna’da, Irak’ta, Suriye’de Mısır’da olanlar aslında Batılı güçlerin nemalandığı kirli oyunların bir sonucu. Bunları bilerek onlara seslenmeye, uyarmaya çalışıyorsunuz. Bu konuda seçtiğiniz yol nedir?
Batı’daki veya Doğu’daki insanlar ve onların politikalarını aynı kefede görmüyorum. Bu işte insanlarına ayrı, politikaya ayrı bakıyorum. İnanıyorum ki mesaj samimi olursa, farklı yerlerdeki, tamamen farklı insanların da kalbine erişebilir. Ben uzun zaman önce bu gibi şeyleri ispatlamaya çalışmayı bıraktım. Ben insan hikayeleri anlatıyorum. Mesajı anlamaya çalışacak olanın başımızın üstünde yeri var, anlamak istemeyenin de zaten kendi problemidir.
- Saraybosna’daki şavaşta en çok kadınlar ve çocuklar kurban oldular. Bu kadar içselleştirilmiş bir rolde, tarafsızlığınızı nasıl korudunuz? Ben hayata ve hayatın içerdiği tüm katmanlara hayranımdır. Çok küçük yaşlarımda bile asi bir çocuktum. Pek olayların akışında gitmezdim. Her zaman bir sanatçı olarak olaylara uzaktan bakıp bir şeyleri bütün açılarıyla görmeye gayret ettim. Ki bunun da filmin içinde propaganda olmasını engellediğine inanıyorum. Doğru olanın bu olduğuna inanıyorum. Bu çerçeveden görmeye çalışıyorum. Bana insanlar “Onlar şöyle diyorlar, bunu yapıyorlar” dediklerinde ben her zaman “Onlar” kim diye düşündüm. İsimleri nedir, “Onlar, onlar” diye bahsedilen insanlar, diğerlerini her zaman garip durumlara sürüklüyorlar. Ben zaten “Onlar”a kendimi beğendirmeye çalışmıyorum. Kimseye yaranmak gibi bir derdim de yok. Biz nasıl Müslümanların yanlış algılanmasını istemiyorsak, ben de “onlar” diye bahsedilen kesimi o şekilde algılamak istemiyorum. Olaylara yüzeysel bakmak yerine daha derinlemesine bakmaya çalışıyorum. Benim için ben ve onlar yok. Medyanın manipülasyonundan uzak kalmaya çalışıyorum derinlemesine bakarak.
‘Onlar’ diye bahsedilen insanlar, diğerlerini her zaman garip durumlara sürüklüyorlar. Olaylara yüzeysel bakmak yerine daha derinlemesine bakmaya çalışıyorum.
“Suriyeli çocuklarla bir yıl oyunculuk atölyesinde çalıştık. İki yüzden fazla çocuk arasından birkaçını seçtim. Hangi çocuk neye yetenekli, bu yükü üstlenebilir mi gibi birçok soruyu barındıran çok uzun evrelerden geçtik.”
MÜSLÜMAN KADIN OLARAK DİK DURMAYA ÇALIŞIYORUM
- Bulunduğunuz konum çok önemli. Müslüman bir kadınsınız. Sinema ile alakalı sorunlar zaten devam etmekteyken, bir de kadın oluşunuzla muhalif bir yerde duruyorsunuz. Bu durum sinemanızı etkiliyor mu?
Ben zaten genel olarak gözler için doğru olmayan bir konumda bulunmaya alışığım. Bir Müslüman’ın ve kadının yerinin ne olduğunu çoktan düşünmüş olan insanlarla da karşı karşıya kalıyorum. Her zaman tutumum “Peki vurun beni” oluyor. Ve çoğu zaman da çoğu yerden kurşun yemeye alışmış durumdayım. Ama devam etmeye çalışıyorum. Beni ezmelerine izin vermiyorum, zor oluyor ama dik durmaya çalışıyorum.
- Türk sinema izleyicisine mesajınız var mı?
Avrupa, Türkiye ve genel olarak Doğu’da bazı sinema türlerinde izleyici kitlesini kaybettiğimize inanıyorum. Ticari öncelikle hazırlanmış olan filmlerin yanı sıra diğer filmlere de yönelmeleri için izleyicileri teşvik etmek isterim.