Kaç gündür Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünde Millete küfreden adamı konuşuyoruz. Saadet Partisi İstanbul Milletvekili Cihangir İslam’ı. Israrla yapmaya çalıştığı şeyin ne olduğunu ve elbette arkasındaki hesabı.
Konuşma içeriği ayrıştırıcı bir dil ve tasnif içerdiği, nefretle dolu olduğu için tartışma da birbirinden nefret eden iki toplumsal kutup arasında geçiyor, gibi bir hava oluşuyor ama durun, içine itildiğimiz yanılsamaya kapılmayalım. O iş öyle değil çünkü.
Bir kere bu dil ve söylem evet FETÖ’ye ait, ama FETÖ bu topluma ait değil. İstihbari bir terör örgütü neye layıksa, onunla muhatap…
Ama bakın vekil sıfatlı bu kişi millete muhatap! Meclis kürsüsünden hepimizi trollemeye çalışıyor. Oysa baştan ayağa buram buram proje kokuyor.
Piyesin şunu dedirtmek için oynandığına –neredeyse- eminim:
“Ha Türkiye mi? Diktatörün mutsuz, huzursuz ülkesi... Meclisi’nde kavga, kargaşa eksik olmuyor. Bakmayın siz Erdoğan’ın ‘Gülen terör örgütü başıdır, 15 Temmuz’da darbeye kalkıştı’ dediğine. Aksini düşünen çok, ana muhalefet ‘tiyatro’ diyor, bakın AK Parti geleneğine yakın, İslamcı biri bile Erdoğan’ın iddiasına nasıl da itiraz ediyor!”
***
CHP oylarıyla Meclise sokuldu Cihangir İslam. Ne kadar Saadet Partili olduğunu, yıllanmış Saadetliler yerine neden eklektik bir isimde karar kılındığını bir yana bırakalım ama şunu hatırlayalım.
24 Haziran seçimleri öncesinde estirilen gizemli hava Saadet Partisi’nin kilit parti olacağı üzerineydi. Abdullah Gül ismi etrafında güya geniş bir mutabakat oluşacak, böylece hem karşı cephenin tamamı (CHP+İP+HDP+SP) konsolide olacak, hem de Gül-Saadet sayesinde Cumhur’dan oy tırtıklanarak Erdoğan ve AK Parti iktidardan uzaklaştırılacaktı.
Hesap buydu ama çarşıya uymadı.
Bu anahtar bu kilidi açmayınca çilingirli işlere kalkıştılar.
Biraz da o yüzden şimdi Meclis’te, ne sıralarında oturdukları partinin kimliğine, geleneğine, programına uyan, ne de taşıdıkları milletvekili sıfatına layık kimi isimler var.
Büyük hesap tutmayınca “bari Meclisi karıştıralım, yeni sistemin kötü olduğuna milleti ikna edemedik, Erdoğan’ın yeniden seçilmesine de engel olamadık, bari Meclis’te bunlara gün yüzü göstermeyelim, kışkırtalım rezillik çıkartalım” pespayelikleriyle sınanıyoruz kaçıncı keredir.
***
Meclis açıldığında Ahmet Şık olayı yaşanmıştı mesela. Kendisine muhalif gazeteci dese ve mevcut konumunu/kariyerini bu sayede edinmiş olsa da sicili belli biridir Şık. Terör örgütlerine verdiği hizmet ve Şehit Savcı Mehmet Selim Kiraz’ın katillerine sunduğu medya desteğiyle hatırlıyoruz kendisini. Bu kara sicil hiç bırakmayacak peşini.
Meclis’teki varlık nedeninin “kışkırtma” olduğunu doğrulayan birkaç isim daha var, tespit edebildiğim. Biri eski bir AK Partili diye değer atfedilen biri. Bir başkası HDP’den seçtirildikten sonra çeşit olsun diye TİP’e geçen, profesyonel bir oyuncu. Bir başkası Kemalistlerin oyuyla seçilen PKK savunucusu. Bir diğeri yine laik partideki FETÖ mizacı… Gibi.
Her biri farklı performanslarla popüler olmaya adaylar ve göreceksiniz yakında ayrıca konuşuruz onları da.
***
Demem o ki, Cihangir İslam vakası tek başına mühim değil. Ama şu kaydı düşmeliyim buraya:
PKK, FETÖ ya da diğer terör örgütlerinden umdukları sonucu alamayanlar “meşru alan”, “meşru kavram”, “meşru makam” ile iş tutmaya çalışıyor epeydir.
Türkiye’de askeri-bürokratik vesayetin kökü mü kurutuluyor, siyaset mi güçleniyor? O günden beridir meşru siyasi alana abanıyorlar. O yüzden partilerin teşkilatlarına yabancı, tabanlarını depresyona sokan köksüz isimler ya partinin başına, ya Meclis sıralarına paraşütle iniveriyor.
O yüzden devletin her kademesinden söküp attığınız, medyasını, insan ve para kaynağını kuruttuğunuz FETÖ’nün veya inlerine girilmiş, halk desteği kesilmiş ve üst kadrosu birer ikişer etkisiz hale getirilmiş PKK’nın tezlerini, dokunulmazlık zırhıyla zırhlanmış Meclis kürsüsünden dinliyoruz.
Yumuşak karnımızdan yumruklanıyoruz.